Bu aralar yeni biriyle tanıştım, Ahmet Arif...
"Gözlerinden öperim canım
en çok da burnundan
Gülme ciddi söylüyorum."
13 Temmuz 2015 Pazartesi
11 Temmuz 2015 Cumartesi
feed back
Blog ne hakkında olmalı;
1. Daha kararımı veremedim..lecorbu gibi; İstanbul'u gezsem eskiz yapsam, adam baba mimar bir bildiği olmalı...
Bunun için eskiz defteri alındı,kalemler bolca var!
2.Yanı sıra fotoğrafta mı çeksem, eh dedemin Arabistan'dan getirdiği fotoğraf makinesiyle on yaşında başlamıştım
şıpşakçılığa, sonumun düğün fotoğrafçılığına doğru gidişatı ve maddiyat elimi kolumu bağladı!
Bunun için, bir daha ki maaştan kumbaraya para atmalı, Nikon D5000 alınmalı beyler.
3. Bir şeyler yazmayı çok isterdim hatta deneme cesaretinde bile bulundum ama beni benden başka kimsenin anlamadığının ayırdına varınca; anlaşılan şairleri ve yazarları daha bolca okumaya başladım...
Bunun için; yapmış olduğun kitap listesinde yer alan eserler (yavaştan) ve kütüphane için mobilya al(ınmalı)...
ve............tüm .........bunları yapabilmek için.......biraz erteleme.....ing...65...alana kadar:)
mayıs 2011
Yukarıda İtalik yazılan paragraf yazmaya karar verdikten sonra,ne hakkında yazmalıyım sorusuna verebildiğim cevap hakkında,2011 yılında ben, kendine geri dönüşler yaşamak iyidir.
Fakat çokça da kendinize dönmeyin, çıkamazsınız, dostane bir tavsiye olarak alın lütfen!
1. İstanbul'da dolandım,eskizde yaptım,ahh gençlik, fakat çok uzun sürmedi,sıkıldım. Ve hayatın koşuşturmacası diyelim buna pek vakit ayırmama müsaade etmedi,bende zorlamadım. Okul iş derken olamadı yani, bundan o kadar dert yandın ki,bırak arkadaşlarını sen bile kendinden sıkıldın!
2. O fotoğraf makinesi alındı beyler! Nikon D5000 değilse de D5100 alındı,daha üst model bile olabilir, anımsayamıyorum. İç mimar patronum ABD den getirdi ve ben bir ay bu makina için çalıştım. Ne günlerdi be!
Ve şu an ofiste askılıkta asılı duruyor,yarışma projesi maket fotoğraflarını çekmek dışında onu kullandığını görmedim. Ha, birde bayramlarda Rize'ye gidince aile fotoğrafları çekmek dışında.
3. Seni senden başka kimse anlamamaya devam ediyor, fakat üzülme şunu anladın ki; dünya da kimseyi hiç-kimse tam anlamıyla anlamıyor. Daha özü, anlaşılmak mucize ve çok kıymetli.
Deep note: Şu an sen kendini dahi anlayamıyorsun, insanlar nasıl anlasın!
Ayrıca,anlaşılan şair ve yazar da yok. Okudukça anladın ki;onlarda anlaşılamamış, daha doğrusu herkes kendince anlamış anladığını. Yazar- metin diyalektiği; metin artık okuyucunun ait olduğu bir şey olmuştur, yazarın anlatmak istediği değil de,okuyanın ne anladığının önemi.... offf anlayın işte!
Kütüphanen için İKEA dan mobilya aldın hatta bir ayağı kırıldı bile ama koli-bandı ile bantladın,hala iş görür.
Ve......................hala..............bir şeyleri yapabilmek için ..............epey erteleme........hakkını kullanıyorsun. İng. 75 aldın, o okula girdin ve derslerini verdin, epey ders verdin,neredeyse doktora yapacak kadar ve TEZ'ini yazmayı hala erteliyorsun. Bu konu can sıkıcı , boşver.
-Yıl 2015 nedir planın?
- Aaaaaa,bilmiyo musun ne yapacağını ,çok ilginç!
mayıs 2011
Yukarıda İtalik yazılan paragraf yazmaya karar verdikten sonra,ne hakkında yazmalıyım sorusuna verebildiğim cevap hakkında,2011 yılında ben, kendine geri dönüşler yaşamak iyidir.
Fakat çokça da kendinize dönmeyin, çıkamazsınız, dostane bir tavsiye olarak alın lütfen!
1. İstanbul'da dolandım,eskizde yaptım,ahh gençlik, fakat çok uzun sürmedi,sıkıldım. Ve hayatın koşuşturmacası diyelim buna pek vakit ayırmama müsaade etmedi,bende zorlamadım. Okul iş derken olamadı yani, bundan o kadar dert yandın ki,bırak arkadaşlarını sen bile kendinden sıkıldın!
2. O fotoğraf makinesi alındı beyler! Nikon D5000 değilse de D5100 alındı,daha üst model bile olabilir, anımsayamıyorum. İç mimar patronum ABD den getirdi ve ben bir ay bu makina için çalıştım. Ne günlerdi be!
Ve şu an ofiste askılıkta asılı duruyor,yarışma projesi maket fotoğraflarını çekmek dışında onu kullandığını görmedim. Ha, birde bayramlarda Rize'ye gidince aile fotoğrafları çekmek dışında.
3. Seni senden başka kimse anlamamaya devam ediyor, fakat üzülme şunu anladın ki; dünya da kimseyi hiç-kimse tam anlamıyla anlamıyor. Daha özü, anlaşılmak mucize ve çok kıymetli.
Deep note: Şu an sen kendini dahi anlayamıyorsun, insanlar nasıl anlasın!
Ayrıca,anlaşılan şair ve yazar da yok. Okudukça anladın ki;onlarda anlaşılamamış, daha doğrusu herkes kendince anlamış anladığını. Yazar- metin diyalektiği; metin artık okuyucunun ait olduğu bir şey olmuştur, yazarın anlatmak istediği değil de,okuyanın ne anladığının önemi.... offf anlayın işte!
Kütüphanen için İKEA dan mobilya aldın hatta bir ayağı kırıldı bile ama koli-bandı ile bantladın,hala iş görür.
Ve......................hala..............bir şeyleri yapabilmek için ..............epey erteleme........hakkını kullanıyorsun. İng. 75 aldın, o okula girdin ve derslerini verdin, epey ders verdin,neredeyse doktora yapacak kadar ve TEZ'ini yazmayı hala erteliyorsun. Bu konu can sıkıcı , boşver.
-Yıl 2015 nedir planın?
- Aaaaaa,bilmiyo musun ne yapacağını ,çok ilginç!
“ ATMOSFER”
PETER ZUMTHOR
Peter Zumthor;
‘Mimari nitelik’ ten bahsedilirken kastedilenin ne olduğu ve bizim için ne
anlam ifade ettiği sorusu üzerine sık sık
konuşulduğundan bahseder. Bu sorunun cevabının ne olabileceği kendi zihnini de
epeyce meşgul ettiğini belirtir. ‘Atmosfer’
metninde zihnini meşgul eden bu sorunun cevabını vermeye çalışır. ‘Nitelikli
mimarlığın’ kendisi için ne ifade ettiğini dile getirir. Zumthor’a göre; bir
yapı kişide bir etki oluşturuyorsa, içinde bir yerde bir şeylere dokunuyorsa
“nitelikli mimari” olarak adlandırılabilir. (
“mange to move me” ) Bu harekete geçiren şey tek kelime ile ‘atmosfer’
olduğunu söyler. Atmosfer; hepimizin tanıdığı, bir şekilde bildiği bir şey, ilk
izlenim… İlk defa karşılaştığımız bir kişiye güvenmeme gibi. Binanın güzel
olduğunu söylemek için de böyle bir sezi gereklidir.
"Duygusal algılarımızla
mekânı -atmosfer- kavrarız, çok çabuk gerçekleşir bu kavrama, hayatta kalmamızı
sağlayan dürtü gibi. İçimizden bir şey bize söyler duraksamadan - bir şeyden
hoşlanıp hoşlanmadığımızı..."
Bir mekânda bulunuyoruz (mekânla birlikte var oluyoruz) ve
sonra o mekândan uzaklaştığımız da, hatıramızda kalanlar, sonradan
hissedilenler ile mekânı birebir yaşadığımız, temas halinde bulunduğumuz anda
hissedilen arasında fark vardır. Bu farkı oluşturan tüm girdiler, atmosferi
yaratan şeylerdir. Bir meydanda ki doğal taş yer kaplaması, karşı dükkândan
gelen kahve kokusu, sokaktaki insanların sesleri, gün ışığının keskin ve
yumuşak hatları...
Peter Zumthor; mimarisinde- yaptığı binalarda- bu atmosferi
oluşturmaya çalışır. "Atmosfer" oluşturmak zanaatla mümkündür. Merak duyma,
ilgi, süreç, kullanılan malzeme ve araçlar, bütün girdiler, ortaya çıkarılmaya
çalışılan ürünün -işin- bir parçası olarak varlık kazanırlar.
Atmosfer oluşturmak için gerekenleri, dokuz kısa bölümle
bize aktarmaya çalışır.
1.Mimari Varlık (Beden): (the body of architecture)
Malzeme mimarlığın bir parçasıdır. Malzeme, mimarlığın büyük
bir gizemi… Mimarinin malzemeyle birlikte mevcüdiyeti.
2.Malzeme Uyumluluğu: (material compatilibility)
Öncelikle malzemeleri zihnimizde bir araya getirir, canlandırır
ardından uygulayarak gerçek kılarız. Malzemenin bir araya gelişi, kombinasyonu
çok farklı eşsiz seçenekler elde etmemizi sağlayabilir. Malzemelerin bir arda
kullanımı, bir aradalıktan doğan çekişme eşsiz bir şey…
3. Mekânın Sesi: (the sound of space)
Farklı malzemeler, farklı sesler yansıtır. Alaçam zemin ve
beton zemin üzerinde ayak sesi farklı duyulur. Mutfağın, salonun tüm mekânların
ayrı ayrı kendine ait sesleri vardır. Tren istasyonu salonunda duyacağınız
kentin sesidir, farklı istasyonlar farklı ketlerin seslerini barındırır.
4. Mekânın Isısı: (the temperature of space)
Her yapının belirli bir sıcaklığının olduğundan bahseder. Bu
sıcaklık algısının fiziksel olduğu kadar psikolojik boyutu da vardır. Örneğin,
mermer ile kireç taşının ısısı farklıdır ve ya ahşapla çelik farklı ısılara
sahiptir. Dokunulduğunda ahşap daha yüksek sıcaklıkta verecektir, ama çelik
ahşaba göre daha düşük sıcaklıktadır. Bu iki malzemenin görme ile de sıcaklık
farklarının olduğu algılanabilinir, ancak malzemenin nasıl kullanıldığı da bu
algıyı çok fazla etkileyebilir.
5. Kuşatan Nesneler: (surrounding objects)
Çevremizi kuşatan güzel detayların varlığı.
6. Sakinlik ve Cazibe Arasındalık : (between composure and
seduction)
Mimarlık mekânsal olduğu kadar, dünyevi (geçici) bir
sanattır. Mimari mekân kullanıcısını içine almalı zamandan koparmalı, bir süre
bu zamansızlığı size sağlarken, diğer yandan tetikleyici olmalı, farklılılara
doğru sürüklemeli. Sakinlik ve cazibe arasında gitgeller oluşturabilmelidir.
7. İçerisi ve Dışarı Arasındaki Gerilim : (tension between
interior and exterior)
Pencereden bakan kişinin sokağı algılaması ile sokakta
yürürken penceredeki kırmızılı kadını gören kişinin algısı. İçeride - dışarıda
olma durumu ve bu iki farklı mekânsallığın yarattığı ilişki…
8. Samimiyet Seviyeleri: (levels of intimacy)
Samimiyetten kastedilen ölçektir. Palladio villalarının
anıtsallığı karşısında, içerisinin o kadar ezici olmaması, ölçek farkının
getirdiği samimiyetten kaynaklanıyor denilebilir.
9. Nesnelerin Sahip olduğu Işık: (the light on things)
Gerçek ışık, mekânın sahip olduğu gölgeler. Işık ve
ışıksızlık, şeylerin üzerine düşen ışık ve ışığın yarattığı farklı hissiyattan
bahsedildiğini söylemek yerinde olacaktır.
Zumthor, bina yaparken dikkat ettiği şeyleri dokuz maddede
toplar ve kendi için öneminin altını çizer. Bir nitelik arayışı ve bu nitelik
arayışına kendince anlamlı olan bir cevap üretir. Bu yaklaşımın kendi
mimarisiyle ilgili olduğunu ve kişisel bir hissiyattan bahsettiğini çokça
belirtmek ister.
Yapı yapmanın -mimarinin- dünyevi bir boyutunun olduğu
gerçekliğini göz ardı etmeyen tutumu takdir edilmeli, ayrıca bu dünyevi
–dokunabilinen- gerçekliğin birçok katmanının var olduğunu da gösterir.
Mekânsal bir sorun olarak görülen mimarlığın, unutulan fiziki mevcudiyeti
üzerine anlamlı (dokunaklı) bir parantez açar. Kendi adıma, böyle bir katkı
sağladığını rahatlıkla söyleyebilirim.
4 Temmuz 2015 Cumartesi
a story of red couch
soluk kırmızı kanepe hikayesi
Üsküdar meydan da belediyenin arkasında yer alan ikinci el satış dükkanlarından birinde,
solgun kirli ve üst üste duran kanepelerden biriydim...
Geçmişimi tam hatırlayamıyordum, bu son taşınma sırasında küçük bir hafıza kaybı yaşamıştım.
küçük derken öncesi yok.
Biri sarışın yeşil gözlü diğeri orta boylu zayıf esmer, iki kız beni gördü ve yaşamlarına dahil etmeye karar verdiler. bu hikaye burada başlıyor.
İstanbula geleli bir yıldan fazla çalışmaya başlayalı 6 aydan fazla olmuştu. Yaşadığım mekanın ev olabilmesi için çokça emek sarfetmiştim fakat henüz azami gereklilikleri sağlayamamıştım.Yanlız yaşamak bir çok zorlukla beraber panik atağı da beraberinde getirmişti. Anımsarım işte o kadar çok yoruluyordum ki ilk zamanlar eve gelip yemek yiyecek enerjiyi kendimde bulamadığım zamanlar olurdu. Yatağa üzerime dökmeden uzanır ve uyuya kalırdım. Bu sefil halime üzülür ahlanır,zaman zaman da gözlerim dolardı. Yalnızlık o zaman ağır gelmeye başlamıştı.ağır gelmesede hissettirmeye başladı hüzünlü yanını.
Arkadaşlarımın da önerisi ile ve arkadaşı edinmeye karar verdim, tek tabanca yaşamak ta keyifliydi fakat hem geçim sağlamak hemde mutfakta kendinle konuşmak sağlıksız bir tablo çiziyordu.
Evet hiç tanışmadığım birini ev arkadaşı olarak kabul etmem bu zamnalara denk geldi.
eve birkaç sey almak gerekti,ev rakadaşımla alış verişe çıktık. ikinci el pazarına...
İşte orda kırmızı koltukla karşılaştım,ben bu kıltuğu alacağım dedim. çocukkuende kırmızı severdim öyle ki,bizim köyün bir kırmızı renkli dolmuşu vardı her sabah 6.00 da sabah servisini yapardı.ben o kırmızı arabanın vadiden yukarı çıkışını izlemek için sabah erkenden uyanır,önce evimizin olduğu tepenin diğer ucuna ve sonra diğer ucuna koşuşturarak kırmızı arabayı görebildiğim kadar uzun seyretmeye çalışırdım. Sabah rutininm haline gelmişti.anımsıyorum,kırmızı rugan papuçlarımla...
otuz metrekare salonda sadece kırmızı bir kanepe çok iğreti olmuştu. ne yaslanacak bir arka duvar bulabilmişti,ne yanında yöresinde arkadaşlık edecek bir sehpa. öylece günlerce mekanda yüzü verdim,huzursuzca..
kimsenin sevebileceği bir özelliğim yoktu fotoğraflarda fonda iyi çıkmaktan başka,yaylarım gevşemiş,süngerim zaman aşımına uğramış,misafirlerimin otururken rahatsız olduğu,soluk bir varolmaydı benimkisi.
Üsküdar meydan da belediyenin arkasında yer alan ikinci el satış dükkanlarından birinde,
solgun kirli ve üst üste duran kanepelerden biriydim...
Geçmişimi tam hatırlayamıyordum, bu son taşınma sırasında küçük bir hafıza kaybı yaşamıştım.
küçük derken öncesi yok.
Biri sarışın yeşil gözlü diğeri orta boylu zayıf esmer, iki kız beni gördü ve yaşamlarına dahil etmeye karar verdiler. bu hikaye burada başlıyor.
İstanbula geleli bir yıldan fazla çalışmaya başlayalı 6 aydan fazla olmuştu. Yaşadığım mekanın ev olabilmesi için çokça emek sarfetmiştim fakat henüz azami gereklilikleri sağlayamamıştım.Yanlız yaşamak bir çok zorlukla beraber panik atağı da beraberinde getirmişti. Anımsarım işte o kadar çok yoruluyordum ki ilk zamanlar eve gelip yemek yiyecek enerjiyi kendimde bulamadığım zamanlar olurdu. Yatağa üzerime dökmeden uzanır ve uyuya kalırdım. Bu sefil halime üzülür ahlanır,zaman zaman da gözlerim dolardı. Yalnızlık o zaman ağır gelmeye başlamıştı.ağır gelmesede hissettirmeye başladı hüzünlü yanını.
Arkadaşlarımın da önerisi ile ve arkadaşı edinmeye karar verdim, tek tabanca yaşamak ta keyifliydi fakat hem geçim sağlamak hemde mutfakta kendinle konuşmak sağlıksız bir tablo çiziyordu.
Evet hiç tanışmadığım birini ev arkadaşı olarak kabul etmem bu zamnalara denk geldi.
eve birkaç sey almak gerekti,ev rakadaşımla alış verişe çıktık. ikinci el pazarına...
İşte orda kırmızı koltukla karşılaştım,ben bu kıltuğu alacağım dedim. çocukkuende kırmızı severdim öyle ki,bizim köyün bir kırmızı renkli dolmuşu vardı her sabah 6.00 da sabah servisini yapardı.ben o kırmızı arabanın vadiden yukarı çıkışını izlemek için sabah erkenden uyanır,önce evimizin olduğu tepenin diğer ucuna ve sonra diğer ucuna koşuşturarak kırmızı arabayı görebildiğim kadar uzun seyretmeye çalışırdım. Sabah rutininm haline gelmişti.anımsıyorum,kırmızı rugan papuçlarımla...
otuz metrekare salonda sadece kırmızı bir kanepe çok iğreti olmuştu. ne yaslanacak bir arka duvar bulabilmişti,ne yanında yöresinde arkadaşlık edecek bir sehpa. öylece günlerce mekanda yüzü verdim,huzursuzca..
kimsenin sevebileceği bir özelliğim yoktu fotoğraflarda fonda iyi çıkmaktan başka,yaylarım gevşemiş,süngerim zaman aşımına uğramış,misafirlerimin otururken rahatsız olduğu,soluk bir varolmaydı benimkisi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Peter Zumthor Mimarlığı Hakkında
Zumthor, “Atmosferler” kitabında nitelikli mimarlığın kendi için ne anlama geldiğini; nitelikli mimarlık ürünü onu deneyimleyen kişi ...
-
Bir Mimarlığa Doğru- Le Corbusier Mimarlığın her şeyden önce soylu bir sanat olduğuna, bağrında plastik yaratıyı, ent...
-
Pallasmaa, J. (2011). Tenin Gözleri: Mimarlık ve Duyular (A.U. Kılıç, Çev.) .YEM Yayın, İstanbul. “ Şu açık ki, “yaşamı y...
-
PETER ZUMTHOR Peter Zumthor; ‘Mimari nitelik’ ten bahsedilirken kastedilenin ne olduğu ve bizim için ne anlam ifade ettiği sorusu üz...