30 Kasım 2013 Cumartesi

Türkiyeli aktör Turgut Cansever anlatımıyla Le Corbusier…


İki yana bakan o kumsaldaki ev. “Yarısıyla bir tarafa bir ucuyla öbür tarafa bakan ev planı… Bir tarafa bir ucuyla öbür tarafa bakan ev planı…Manzara, güneş-bina ilişkisi, bu ilişkinin bina içerisinde hangi fonksiyonlar için ne kadar önem taşıdığı…. Bunun bir tanesinin mutlak tayin edici gibi addedilmemiş olmasının önemi…” 4 Mimaride fonksiyonları olduğu gibi yansıtmayı tercih eden bir mimarın, fonksiyonların ruhunu göz ardı etmeyişini olumlu bulur.
İsviçre Pavyonu’ndan bahsederken Cansever yapıyı hem olumlar hem de bazı yönleriyle sorunlu bulur. Yapı zemininde boşluk bırakılması, doğayla iletişim düşüncesi, alt- üst kat diyalektiği konularında ki farkındalık olumlu bir tavırdır, fakat bu tavır alınırken gözden kaçan bazı durumların altını çizer. Yapıyı el değmemiş tabiat içerisine yerleştirme fikri, ama diğer yandan yapı getirilip doğaya öylece oturtuluyor. Yapının doğaya oturumu ile çelişkili durumlar gözlemlediğini ifade eder. Sorunu şöyle ifadelendirir; “binanın içerisine yerleştiği ortamda, biraz, bütün o modern düşüncenin, mekânın sonsuzluğu ve o sonsuzluğu koruma konusundaki tavrın, teorik ve mimariye yansıtılırken dogmatik niteliğinin bir yanılgı sebebi teşkil ettiğini düşündüm.” 5 Yapı içi ve doğa arası ilişki, sonsuz doğaya baktırılıyor ama neden o yönde sonsuz olan doğaya, bakıldığının önemi okunamıyor. Zeminde boşluk bırakılmış, bırakılan boşluk insanlar tarafından kullanılabilir değil, araçların girebilmesi olanaklı olabiliyor. İnsan kullanımı zayıf, araç kullanımı güçlü burada çelişki yer alır… Sanırım Cansever’in ifade etmek istediği, iletişimin güçlü kılınmak isteği ile şekillendirilmiş mekânları, insanların yaşam gereklikleri, mekânla ilgili beklentileri salt fonksiyonun dışında olanla ilgili sorunların oluşu. Diğer taraftan Cansever teknik açıdan sorunlu olan Le Corbusier mimarlığını negatif olarak algılamaz. Yeni bir yapım sisteminin denenmesinin getirdiği teknik sorunları ve kullanımları ile ilgili sıkıntılarını mazur görebiliyor, bu durum Le Corbusier’in öncü rolünü bir çeşit takdir ettiği anlamına gelebilir. Modern insanda olması gereken, yeni olanın keşfi için öncü olmayı ve denemen zorlukları ile mücadeleyi kabul eder. Cansever Le Corbusier’in bir diğer yönü olan kent tasarımları ile ilgili, araçlara ayrılmış yollar, şehirle ilgili o bütünü ön gördüğü tasarımları ve fikirleri hakkında pek fazla konuşmaz.  Şehir gibi bir kişinin kararıyla şekillenemeyecek bir oluşumun, toplumsal olan- oluşumunda birçok katmanın yer aldığı- bir durum hakkında öngörüleri benimsemez belli ki Le Corbusier’in, kişisel olan bu yorumu yapabiliriz.

Modern mimarların “ev” kavramıyla çok ilgilenmeleri ilgisini çeker Cansever’in, Frank Lloyd Wright “ev” diyor, rasyonalistler ‘ev’ diyorlar, bunun nedeni hakkında düşünür. Mekânın ve yapının insan kullanımı için yapıldığından yola çıkılarak, insanın en fazla temas ettiği yapıların konut olduğu ve konut tasarımın bundan ötürü önem arz addettiğine ulaşır. Şehirde ki yapı stokunun çoğunluğunu konutlar oluşturur bunu göz ardı etmemek gerekir. Le Corbusier’in “evler yan yana gelecek” sözü üzerine, evlerin bir aradalığı kolektif bir değerler ile oluşması gerektiğinin savunucusuna, Le Corbusier’in bu yapma tavrını çokça hükmedici bulmuştur. Marksistlerin ve dünyada standartlardan bahsedenlerin bu yanılgıya epeyce düştüklerini ifade eder.

5 Kasım 2013 Salı

23 Ekim 2013 Çarşamba

ben bir ağacım

"Ben bir ağacım,çok yalnızım.
 Yağmur yağdıkça ağlıyorum.
 Allah rızası için kulak verin şu anlatacaklarıma. 
 Kahvelerinizi için,uykunuz kaçsın,gözleriniz açılsın,
 bana cin gibi bakın da size niye bu kadar yalnız olduğumu anlatayım." 

--"Yalnızlığımın asıl sebebi ise hangi hikayenin parçası olduğumu benim de bilmemem.Bir hikayenin parçası olacaktım,ama bir yaprak gibi düştüm oradan...

 O. Pamuk,Benim Adım Kırmızı, İletişim, 1998, s.59

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Zoraki Mutluluk


(bu remi kendime doğum günü hediyesi olarak yaptım...)

Zorlama bir yaşam usandırır...
Taaa ki bulutların arasından güneş çıkıncaya kadar.














17 Ağustos 2013 Cumartesi

"BEKAS" superman'i arayan çocuk















Müslüman nüfusların üzerinde yaşadığı topraklarda acı,hüzün tükenmiyor.
Bir çiğliktir gidiyor.
Akılla kavranamıyor,duygularla algılanamıyor yaşananlar...


"Yaşananları, kadim metinler ve nasihatler eşliğinde anlamaya çalışıyorum. Sonuç yok. Bu acımasızlığı ne aklım, ne kalbim alıyor, anlıyor." İ. Tenekeci (1)

Çocukların dünyaları yıkılıyor,hayalleri parçalanıyor;
Bu yıkılıp değişip parçalanan ,ama bir şekilde masumluğunu koruyan çocuk dünyasına
bakmaya çalışan film -'BEKAS'- izlenmeli, naçizane fikrim.

Notlar:

19 Mayıs 2013 Pazar

Konut "Anlam"


Konut kavramı her zihinde aynı anlamı taşımaz. Zamana bağlıdır, geçmiş ile günümüz konut kavramları arasında farklar vardır ve gelecekte ki anlamlar da farklı olacaktır. Sadece zamanın farklılaştırdığı bir kavram olarak konutun görülmesi yanlış olabilir. Konutun gerçek anlamını bulması birçok etkene bağlıdır; mekânsal ve sosyo-kültürel özellikler bu etkenlerdendir. Günümüzde ev, en basit anlamıyla, “yalnız bir ailenin oturabileceği biçimde yapılmış yapı”1, barınma işlevini sağlayan bina olmaktan daha fazlasıdır.
Ev metalaştırılarak tüketim nesnesine dönüştürülmüştür. Gösterge haline gelen konut, toplumda statü sembolü haline gelmiştir. David Harvey (2001:409) bu durumu şöyle ifade etmiştir: “Her şeyin arsızca metalaştırılması ve ticarileştirilmesi, zamanımıza vurulan damgalardan biridir.” Toplumsal yarar gözetilmez, ürünün tüketilebilirliği önem kazanır. En sonunda tüketim artık hiçbir anlama gelmediğinde her şeye özgü bir şey haline gelecektir.2  Bu anlam değişimi ve yokluğu kayıp olandır.

Modernizm öncesi konut mimarisi üzerine çalışmalar yapılmıştır. Doğan Kuban Türk geleneksel konut mimarisini tanımlar ve onu “Türk Hayat’lı Evi” olarak adlandırır. Türk hayatlı evinin kadının sosyal konumuyla şekillendiğini söyler ve dışa dönük bir planlaması olduğunu belirtir. Sade ve geçici görünümü olduğunu savur bununda göçerlik tavrından geldiğinin söyler. Türk evinin İslam öncesi olarak alınamayacağı, İslamla birlikte karakterinin oturduğunu söyler. Türk hayatlı evinin Türk İslam geleneğinin tam bir yansıması olarak varolduğunu belirtir. Geleneksel konutun klasik derinin bu kültürün bozulmadığı, hayat ve oda kavramının yer aldığı konut tipolojisinde vücut bulduğunu ifade eder. Türk hayatlı evi kırsal konut mimarisi olarak görülür. Kentleşme ile şekil değiştirmeye başlar ve özünden uzaklaşır. Kentli yaşamın getirdiği zenginlik ve statü göstergeleri, konutun sade geçer halini bozar. Köşkler oluşur. İçe dönük evler oluşturulmaya başlanır. Batılaşmanın etkisiyle gösteri biçimleri konutta yer almaya başlar ve Türk evinin geçerliği kaybolmaya başlar ve karakterini kaybeder. Mobilyanın konuta girişiyle tamamen değişir. Doğan Kuban belli zamanlarda Türk evinin var olduğu ve dışarıdan eklenmelerle bu değerin 19 yy sonlarına doğru yok olduğunu söyler. Diğer taraftan uğur tanyeli;
Geleneksel Osmanlı evlerinde yaşamanın ne kadar zor olduğu, konfor taleplerinin onların içinde karşılanamayacağı gibi bir saptama yapılır. O saptama sayesinde, eskimenin tarihselleştirdiği evi değerli bulmak mümkündür de, sevmek mümkün değildir. Aksine artık elde sevilmek bir yana, kullanılmazlığı, güncellikten uzaklığı nedeniyle nefret edilen, ancak yine de değerli bulunan bir tarihsellik vardır. İşte o zaman tarihselin yerine tarihin temsilini koyanlar bu açmazı bir biçimde ortadan kaldırırlar. Freud psikolojisindeki bir ahlakı açmaz giderme mekanizması çalışır. Yüzleşmekten kaçınılan o nefret nesnesi süblimasyona uğratılır: Tarihselden nefret edenler tarihi aşkla sevmeye başlarlar.
Tarihsel evleri yıkıcıya verip apartman yaptırmak için kıvranırlar; anıtsal camilerin zeminini tahrip edip kalorifer tesisatı geçirirler; Ortaçağ anıtlarını güncel mühendislik statiğinin terimleriyle sözde hesaplayıp yeni tekniklerle “güçlendirirler” ; kentsel yenileme adına mahalleler yıkar, eski sokak, konut, kaplama bırakmalar. Öte taraftan da, tarihsele duydukları bu derin nefretten kendileri bile korktukları için, tarihin temsillerini inşa ederler. Çünkü tarihseli sevmiyorlarsa da, tarih kitabındaki anlatılara aşıktırlar  Eski bir geleneksel evde oturmaya hiç niyet bile etmeyenler o yüzden betonarme bir geleneksel ev temsiline hayranlık duyarlar. “kültürümüz”ü tanımlayan o tarih kitabındaki anlatıdır çünkü. Onun sayesinde, Ortaçağ anıtlarını eskilikleri içinde görmekten nefret eder, dün yapılmış gibi “yeniler” , parlatırken, tarihin temsili olan yeni kamu yapıları ısmarlarlar. Onunla da kalmazlar, tarihseli de kendi kendisinin temsiline indirgemek için çabalarlar. Herkese tarihselin anlam ve öneminden, korunmasından söz ederler, ama bunu kendileri için değil, başkaları için isterler. O zaman tarihsel olan gerçekten yaşanarak değil de, sadece görüntü olarak yaşayacaktır. 

16 Mayıs 2013 Perşembe

merdivenli yollar




merdivenli yollarda yürümek, daha fazla samimi sanki
durup dinlenmek selam vermek gerekir
öyle çarçabuk geçip gidemezsiniz
arabalar hiç giremez oralara misal...


3 Mayıs 2013 Cuma

yazmak...

* "Yazma sanatının sırrı nedir biliyor musun?"
- "Gözlemlerini , fark ettiğin ayrıntıları , hiçbir şeyin farkında değilmişsin gibi yazmak."

* "Karman çorman hissedişin tane tane çözüleceğini, yeniden, bu kez mükemmel
bir düzen içinde bir araya geleceğini ve hayatın bir anlama kavuşacağını hayal etmek : yazmak."

                                                                            Sinek Isırıklarının Müellifi, syf: 67-68

4 Nisan 2013 Perşembe

arada gelir sıkıntılar vol 1

   Sabahları 7.10 gibi uyanıp, "üffff birazdan alarm çalacak!" diye endişeye kapılmak ve henüz aralanmamış gözleri iyice yummak, bir metropol hastalığı olsa gerek...
   İşe geç kalacağını bile bile bir şeyleri erteleme çabası ve sonuç...27 dk geç gittiğin bir iş.
Çalışırsın ve bir anda fark edersin sağ kürek kemiği üzerinde sırtta, sağlıklı bir vücutta hafif bir boşluk bulunması gereken yerde sizde var olan 'kulunç' diye tabir edilen kas-ımsı şeyde bir keskin ağrı,ve sağ kol uyuşmuştur...
   Derse gidersiniz ve derste tahtaya değilde yaşamı azıcık daha fazla algılama çabası,duvarların dik açıyla birleştiği köşe noktalarına,pencere nişlerine -niş içerisinde yer alan pencerenin ahşap detaylarına- bakarsınız...
Burada olmayı arzuladım ve bu gerçek kılındı; o vakit tam anlamıyla tüm detayları görmek- hissetmek - istersiniz. Ben buradayım ve burada olduğumu fark-etmek istiyorum tüm parçalarımla ve algılarımla, ayak serçe parmağım da bilmek istiyor. Parmağın da bilmek hakkı, ne için o ayakkabı denen meredin içinde saatlerce tıkılı kaldığını...

   Küçük not: İnsan kendini hep hapsediyor. ayaklarını ayakkabıya , kendini  eve hapsediyor. Evi dışarıda yer çitlere, artık 280 cm kocaman duvarlar arkasına, güvenlik kameralarının görüntü alanlarına...
Hapsedilmeyi seviyoruz. Buna ihtiyacımız var, belki sigara gibi , çay gibi...orasını siz düşünün.

   Bu yazı böyle devam edip gider -gidiyor da zaten-...

   "Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz?" 

   Sorusuna cevabımı bulacaktım ilerleyen aşamalarda, 

   aslında kafamda kurguladığım buydu 
   fakat sabredemeyeceğim... 
   Hayatta yalnız kalmak esas-mış. (NOKTA)

27 Mart 2013 Çarşamba

Edoardo De Nari


20 Nisan 2013 tarihine kadar De Nari ile ilgili sergiyi "DEĞİŞEN ZAMANLARIN MİMARI"
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü - Beyoğlu ziyaret edilebilinir.
Vakit öldürmeye çalışırken keşfettim, iki kere önünden geçtim ve kararımı vererek girdim içeri.
Sergide benden başka kimsede yoktu, mekanda gelenekselin sevimliliğini çokça barındırıyordu...
Falan Filan... Uğur Tanyeli ismini bir yerlerde okudum,serginin danışmanlarından sanırım.

Deep note: El emeği denen şey, vakit geçirmeyi...harcanan zaman da saygıyı ve ardınsıra niteliği getiriyor olmasın...Ne dersiniz ?

Wright'ın geçen yüzyıl başlarında bahsettiği 'adil olma durumu' , hızla akan zaman adaletsizliğe mahal veriyor olmasın; zamanı yavaşlatamayacağımıza göre adil olmayı nasıl başaracağız ?

3 Mart 2013 Pazar

M. Tafuri, 1969

Tafuri identifies what for him is contemporary architecture's only condition of posibility:
to collapse into the very system that assures its demise or retreat into hypnotic solitude.

Anladığıma göre Tafuri, modern mimarlığın tek olası açıklamasının; çokça sistemin içine düşmek; öyle ki bu çokça sistematik olma ,onun ölümü ve uyuşturan (amasız) bir yalnızlığın içine düşmesi gibi tarifliyor. Yani daha iyi anlayan bana da anlatsın :(

9 Şubat 2013 Cumartesi

In Bruges



Belçika'nın okunuşuyla 'Brüj' diye bir şehri varmış. 
Bu filmi izledikten sonra gidilecek yerler listesinde önem arz eder hal almıştır.
Sevgili arkadaşım Azize'nin buraya gittiğini düşünüyorum,
kendilerinden fikir alacağım gitmediyse bir gezi düzenlemenin tam zamanı. 
Orta çağ kenti görmek isteyenler için...




16 Ocak 2013 Çarşamba

birkaç kelime



mekkare : taşıma işlerinde kullanılan hayvanlara denirmiş, at misal...

tecerrüt
menhuş
muganniye
peyke

Peter Zumthor Mimarlığı Hakkında

Zumthor, “Atmosferler” kitabında nitelikli mimarlığın kendi için ne anlama geldiğini; nitelikli mimarlık ürünü onu deneyimleyen kişi ...