Özet:
İnsanları kontrol altında tutmanın en ideal
yolu kentleri organize etmekle mümkün kılınabilir. David Harvey, Paris’in bir
modernite başkenti oluşunu Haussmannizasyonu
olarak bizlere aktardığı süreçte, iktidarın kamusal mekânı nasıl kendi
gücünün temsili olarak kullandığı ve toplumu ıslah etmek, disiplin altında
tutmak için örgütlediğine dair ifadesi bizler için iyi bir örnek teşkil edebilir1.
Paris’te yeni bir kent hayatı kurgulanmıştır. İktidarın güç temsili
yapılar yapılmıştır. Kafe ve dükkânlarla işlevlendirilmiş bulvarlar, bulvar
boyunca oturabileceğiniz masalar, görsel açıdan zengin vitrinlerle donatılmış
bir kent; günlük alışkanlıkların yıkılıp yeniden inşası için tasarlanmıştır.
Kentsel mekânların örgütlenmesi iktidarın –egemen yapının- eliyle
yapılmaktadır. Egemen olanın sermaye ile yandaş sayıldığı günümüz ortamında,
kentsel mekânların örgütlenmesi sermaye ile doğrudan bağlantılı hale gelmiştir.
Bireyleri çevreleyen kentsel mekânlar çağımızda, üretim-tüketim döngüsünün
hissettirilmeden kabul ettirilişinde etkin role sahip olduğu söylemek mümkün
olabilir. İktidarın–egemen yapı- şehir hayatını elinde tutmak istemi tarihin
birçok döneminde görülebilmektedir, bu durum gücün sürekliliğini koruma adına
olağan karşılanabilir. Bu istemi gerçek kılabilme adına iktidarın kendi eliyle,
kentli hayatını yeniden kurgulama yoluna başvurduğu tarihin dönemlerinde sıkça
görülebilir.
Tarihselciliği her daim yüceltmekle
görevlendirilmiş, bu durumu kendine görev bilen bir toplum, içinde bulunduğu
hal gereği tarihten geleni sorgulamadan, doğruluğundan şüphe etme gereği
duymadan benimseyebilmektedir. Bu durum nedenleri tartışmaya açık olmakla
birlikte anlayışla karşılanabilir. Tartışılmak istenen, iktidarın –egemen
yapının- tarihten geleni bir maske olarak kullanabilmesi, kendi eliyle
kurguladığı kent hayatını bu maske altında saklama çabası. Maskenin ardında var
olanı – tüketim kültürünü- masumiyet
kisvesi altında bireylerin kullanımına sunabilmesi ve savını faydacı olarak
gösterebilmesidir.
Anahtar Kelimeler: Tüketim Kültürü, Kent
Yaşamı, Tarihselcilik
Giriş:
Günümüzde
dünya sürekli bir devinim içerisindedir, böyle bir ortamda kentlerin de
değişimi olasıdır. Her dönemin birbirinde farklı ekonomik ve politik,
sosyo-kültürel ve teknolojik süreçleri bu dönüşümün biçimini
belirleyebilmektedir. 1950 yıllarından günümüze kadar yaşanan süreçte kentlerde
hızlı nüfus artışı görülmektedir. Hızlı nüfus artışı kentleşme ile ilgili
sorunları beraberinde getirmiştir diyebiliriz. Bu sorunları, yoksulluk,
dengesiz güç dağılımı ( alt-orta ve üst tabakaların ortaya çıkışı) , mekânları
yetersizliği, tarihi ve doğal değerlerin tahrip edilmesi gibi sıralayabiliriz.
Ek olarak ulaşım ve iletişim teknolojilerinin değişimi kentlerin yeniden
düzenlenmesini gerekli kılabilir. İstanbul bu bahsi geçen durumu, kentsel
devinim halini hızlıca yaşamıştır2. 1980 yılından günümüze şehir
küreselleşme, liberal ekonomi, hızlı kentleşme ve teknolojik ilerlemeler dâhil olmak
üzere dönüşümün karmaşık etkisiyle yönlendirilmiştir.(Keyder,1999) Kentsel
değişimlerin günümüzde de iktidar eli ile sağlandığı gözlemlenebilir.
Günümüzde ‘küresel kapital’in etkin rol oynadığı
kent ortamında, bireylerin kafa karışıklığı anlaşılabilir bir durumdur. Kentin
kent olmakla, kentlinin kentli olmakla ilgili sorunsalları mevcuttur. Adorno ve
Horkheimer’a göre, “ Toplumun, baştan beri insanların maddi yapısında, Halit-i
ruhiye sinde sözünü geçirmiş, ekonomi tarafından belirlenen yönü, bireylerin,
bağımsız varoluş donanımı anlamında faaliyet gösteren organlarını
köreltmektedir3.” Bireyin kendi olmakla ilgili vasıfları
körleşebilmektedir. Özne olan birey kendi özünü yitirebilmekte veya özüyle
ilgili şüpheye düşebilmektedir. Hissedilen bu boşluğu doldurmaya çalışan,
karmaşa içersinde varlığını sürdüren birey “yüce” kavramını var edebilir. Bu makalede yüce kavramı olarak tarihsel olan
ele alınmaya çalışılacaktır. Türk toplumunun yüceltilmiş değeri olarak tarihsel
olan vardır ve iktidar –egemen yapı- kendi erkleri doğrultusunda yüce olanı
kullanmaktan kaçınmayacaktır.
İktidarın Boyunduruğunda Tarihi Değere Sahip
Olan Mimari Ürün:
Tarihten gelen ve/veya tarihi bir şekilde
içine barındıran iyi ve güze ola gelmiştir ve günümüzde Türk toplumunda bu
kabulün geçerliliğini sürdürdüğü söylenebilir. Geçmişe özlem duyma her bireyin
sahip olduğudur, yalnız her bireyin kendine özgü deneyim edindiği bir geçmiş
kavramı vardır, bu nedenle özlem duyulan geçmiş her kişide farklılık gösterebilmektedir.
Özlem duyulan geçmiş bağlamından koparılıp, koşullarından bağımsız özgün
değerinden uzaklaştırılmış bir şekilde yeniden yaratım ile zihinlerde ideal
olan haline getirilebilmektedir. İdealize edilmeye layık olanı ideolojik
koşullanmalar her bireyin zihninde birbirinden farklı kılabilmektedir. Her iktidar
kendi ideolojik koşullanmalara sahiptir ve bu yönüyle toplumun bir kısmı
-muhalefet- ile muhakkak tezatlık
içerisinde olacaktır. İktidar olan kendi ideolojisi doğrultusunda tarihsel
olana sahip çıkacak ve yüceltecektir diyebiliriz. “Sadece yüceltme ve
idealizasyona konu ettikleri dönem eğilimler farklıdır.” (Tanyeli,2011) Yüceltilen
bir değerin – tarihten parlak bir dönemi ve/veya fikri alma- her daim hali
hazırda bekletildiği söylenebilir. Mimari yapılar güç gösterisi temsilleri
olarak iktidar tarafından birçok dönemde kullanıla gelmiştir. Kapital dünyada süre
gelmişin aksi gözlenmez, mimari yapılar egemen yapıların güç temsili ürünleri
olarak sistemde yerlerini alırlar. Tarihsel yapılar geçmişte var olanı bir
şekilde işaret ederler. Üzerlerinde geçmişin izlerini taşırlar. Taşıdıkları
izler imgeler oluşturur. Bugün var oldukları şekilde algılanmazlar, onlara
başka anlamlar yüklenir. Bu anlamlar korunur ve yaşatılmaya çalışılır.
“Hatıralar kimsenin bizden alamayacağı tek mülkümüzdür” diye söyler Jean Paul.
Uğur Tanyeli’nin ifadesine göre;
“ Tarihselcilik, yüceltilmiş ve ‘parlatılmış’ bir tarih döneminin (veya dönemlerinin) ardılı olduğuna inanan ve bunu mimarlıkla ifade etmek isteyenlerin yönelimidir. Bu parlatma ve yüceltme sayesinde varlık kazanır ve sonuçta hedefi olan dönemin bir kez daha parlatılıp yüceltilmesini sağlar. Özetle, nasıl bir tarihselci mimarlık ortaya konulabileceği, tarihselci mimarlık yapanların nasıl bir tarihe sahip olduklarına inandıklarına bağlıdır. Örneğin onlar geçmişte kültürel ve askeri başarılar, hegemonik iktidarlar, disiplinli, her türlü belirsizlikten arındırılmış bir tarih yaşadıklarına inanıyorlarsa, öyle bir tarihsellik düşlerler, öyle bir tarihselci mimarlık yaparlar. Çünkü aynen öyle bir bugün düşlemektedirler. Tarih özlenen bir geçmişi anlatır ve o sayede yeni bir bugün tarif ederken, tarihselci mimarlık da onu üç boyutlu bir gerçekliğe kavuşturur.4”
“ Tarihselcilik, yüceltilmiş ve ‘parlatılmış’ bir tarih döneminin (veya dönemlerinin) ardılı olduğuna inanan ve bunu mimarlıkla ifade etmek isteyenlerin yönelimidir. Bu parlatma ve yüceltme sayesinde varlık kazanır ve sonuçta hedefi olan dönemin bir kez daha parlatılıp yüceltilmesini sağlar. Özetle, nasıl bir tarihselci mimarlık ortaya konulabileceği, tarihselci mimarlık yapanların nasıl bir tarihe sahip olduklarına inandıklarına bağlıdır. Örneğin onlar geçmişte kültürel ve askeri başarılar, hegemonik iktidarlar, disiplinli, her türlü belirsizlikten arındırılmış bir tarih yaşadıklarına inanıyorlarsa, öyle bir tarihsellik düşlerler, öyle bir tarihselci mimarlık yaparlar. Çünkü aynen öyle bir bugün düşlemektedirler. Tarih özlenen bir geçmişi anlatır ve o sayede yeni bir bugün tarif ederken, tarihselci mimarlık da onu üç boyutlu bir gerçekliğe kavuşturur.4”
Taksim
meydanı; yaya kullanımın daha etkin olduğu, araç kirliliğinden kurtarılmış bir
meydan haline dönüştürme projesi olarak karşımıza çıkar. Taksim Yaya Trafiği
Projesi olarak adlandırılır ve Topçu Kışlası'nın yeniden yapımı fikrini ileri
sürer. Amacına aykırı olarak Topçu Kışlasının yeniden yapımının yayalaştırma
adına yanlış bir karar olduğu, devasa bir kütle olarak meydanda bir bariyer
oluşturacağı, kullanımı tüketim kültürüne katkı yapmaktan daha öteye
gidemeyeceği tartışmaları içerisinde, akıbetinin ne olacağına dair muğlâklığı
koruyarak, bir gerçek olarak varlığını sürdürmektedir. Genel çerçevesi ile Taksim
(Topçu) Kışlası’nın durumu bu şekilde ifadelendirilebilir. Diğer yönüyle
problematik bir durum olarak gördüğümüz Taksim Kışlası değerlendirilecek
olunursa; Taksim Meydanı birçok anlamın yüklendiği bir kentsel mekân
konumundadır. Kentsel belleğin güçlü olduğu böyle bir kamusal alanda yapılacak
olan her müdahale anlamlar doğuracaktır ve imgeler kentsel belleğe
aktarılacaktır. Bu özelliğinde dolayı kamusal alan olarak kent belleğinde
önemli yere sahip olabilmektedir. Kentsel mekânlar üzerinden anlamların
–imgelerin- üretilip dolaşıma sürülmesi, bu anlamların sorgulanma hakkını
doğurabilmektedir. Birçok hafızada yer eden olayın vuku bulduğu kent belleği
olarak Taksim Meydanı’nda hangi anlamın öne çıkarılabileceği ya da geçmişten
bir anlamın alınma gereğinin var olup olmadığı tartışılabilmektedir. Bireyden
bireye özlem duyulan, yüceltilen geçmiş ‘parlatılmış dönem’ in değişiklik
gösterebildiği üzerine durmuştuk. 1940 yılında Henri Proust’un imar planında ön
gördüğü şehre boşluk açmak –yeşil koridor- amaçlı Topçu Kışlası’nın yıkımı ,
‘kültür mirası’ kavram eksikliğimizden kaynaklandığını savunan taraflar var
olabilmektedir. 17.yy sonlarında yapılan dönemin üstün kültürünü yansıtan yapı,
kültür mirası kavramı yaratılarak, sınırları çizili olabilen değer
sınıflandırma içerisine dâhil edilebilmektedir6. Bunun yanı sıra Henri Praust’un ön gördüğü
imar planının, yeni Türk Cumhuriyeti’nin yeni şehir yüzünü yansıtan, kentsel
müdahale olduğunu savunanlarda olabilmektedir. Modern kentin modern meydanlara
ihtiyacı olduğu önerisini getiren kentsel öngörünün-Proust’un yeşil koridoru ve
İnönü Meydanı- korunması gerekliliği, modern tarihselciliği yapılabilmektedir.7Anlamların
yarışa çıkarıldığı, günümüz koşullarından bağımsız geçmiş bazı dönemler
üzerinden anlam düelloları yapılabilmektedir. İlk milli maçın yapıldığı stadyum
mu yaşamalı, İnönü Parkı mı? 31 Mart olayına tanıklık etmiş, topçu taliminin
yapıldığı meydan mı var olmalı? Tarihin
tozlu sayfalarında yaşamaya çalışanlar bu gibi sorular üretmeye devam
edecektir, bırakalım sorularıyla bugünden yoksun parlak tarihleriyle yaşamaya
devam ede dursunlar.
Bireyin Zihninde ‘Yüce’ Kavramı Olarak
Tarihsel Olan:
Kant’a
göre yücelik, doğa karşısında hissetmemiz gereken bir şeydir. Buradan doğanın
kendisinin yüce olması gerekliliği çıkarılabilmektedir. Kant, doğanın yüceliği
ışığında gerçekleşen bir ben imgesinden bahseder ve bu ben imgesinin doğa ile
uzlaşma içerisinde olduğunu belirtir. Yüce bir vaattir. Güzelliğin verdiği
vaatten çok daha gerçek, çok daha etkili olan bir vaattir. Adorna’ya göre, yüce
kendisi kurtuluş olmasa da kurtuluşun çok yakın olduğu beklentisinin sürekli
etkinliğidir. Umudun varlığının korunması, bir kurtuluş olduğunu benimsemek ve
bu hali yaşamaktır, yücelik. Gerçek yaşamın varlığının, koşularının terk
edilmesini reddeder. Yüce Hıristiyan değildir. Düşkün bir öznellikten
bahsetmez. Buradan çıkarımla nostaljik olduğu da söylenemez, bir kez var
olduğunu kurguladığı şeyi tekrar canlandırma peşinde değildir. Yüce alegorikte
değildir. Bu zamanda var oluşunu ölmüş-yok olmuş- başka bir şey üzerinden
konumlandırmaz. Yüce aksine doğanın taklitçi -mimetik- , kestirimci bir
üründür. İnsan doğasıdır yüce ya da toplumsal doğadır8. Birey
kendine bir yetkinlik, ulaşılması zor olan belirler. İnsan merak duygusuyla
doğar ve merak sorgulamayı getirir. Varlık amacı sorgulanır ve ulaşılmak
istenen, değer yargıları belirler. Yüce bir şeye sığınmak ve ya tutunmak ister,
bir amaç edinir. Yüce olanı yaratır ve bu yaratımını dokunulmaz kılar. İyiye ve
güzele ulaşma, yüce olana sahip çıkma ile sağlanır.
Türk toplumunda yüce olan ise eskiliği, yaşanmışlığı ile paraleldir
denilebilir. Eski olan, koşullarından bağımsız, sadece zamanın kattığı değerle
yüce olabilmektedir. Uğur Tanyeli’nin deyimiyle; “Türkiye’de mimari anlamıyla tarihsellik ‘hakiki’ bir durum değil, bir
temsildir. Ama asıl önemlisi, binanın bir niteliği de değildir. Bina
tarihselliği var etmez ki… Tarihsellik hiç bir bina ortada kalmasa da hep var
olmakta devam eder! Tarih, ulusumuzda, bizde içkindir. Mimarlık ürünüyse tarihi
görselleştirir. Onu görselleştirmek için vardır. Dolayısıyla, kendi başına bir
değer taşımaz; tarihte mevcut olduğuna inanılan yüce değerleri ‘gösterir’, temsil
eder. O bir görüntüdür yalnızca. Değerli olansa ‘tarihimiz’dir,yüce
geçmişimizdir. Tarihsel binalar onun ilan tahtalarıdır.” Misal büyüklerin
sözü her zaman dinlenmelidir, zamanın onlara kattığı değerler vardır, alınacak
dersler. Büyük sözünün her daim dinlenmesi gerekliliği ile beslenmiş bireyler,
büyüklerin yaptıkları hakkında ki yargıları da aynı olacaktır. Misal Mimar
Sinan eserleri dokunulmazdır ve yücedir. Doğruluğu tartışma kabul etmez hal
alabilmektedir. Ve tekrarlarının üretilmesinde sakınca görmek düşlenemez
olabilmektedir. Bilindiği üzere Mimar Sinan camileri benzeri camiler yapılarak
yüceliği sürdürülür. Yüce değer olarak yaşatılmaya çalışılabilmektedir,
zamanının koşullarından koparılarak, giydirilen yüce kavramı doğrultusunda
gerçekleşebilmektedir bu durum. “Her
şeyden önce, Süleymaniye geçmişe ait bir veri olarak, yani özgül tarihselliği
bağlamında yer tutmaz. Süleymaniye’nin belirli bir dönemde, belirli koşullar
altında neden, nasıl inşa edildiği, onu ortaya koymayı sağlayan zihniyet yapıları
ve/veya ekonomik, siyasal, toplumsal arka planı sorgulanmaz. Yapı, kendi
tarihselciliğinin bilincinde bir özne tarafından yorumlanmaz da…9”(Tanyeli,2011)
Selçuklu bezemeleriyle dolu tip proje
olarak gerçekleştirilen eğitim yapıları benimsenebilmekte, birey tarafından içselleştirilebilmektedir.
Selçuklu eğitimi hakkında fikir sahibi olmayan birey, imge olarak yeniden
üretilen görsel bir Selçuklu resmini güzel olarak addedebilmektedir ve
yüceltebilmektedir.
Sonuç:
Modern zamanın kaçınılmaz sonucu olarak kentler yaşam alanları olarak
karşımıza çıkmaktadır. Kentsel mekânların biçimleniş ve kimlik kazanım
sürecinde birçok değişken yer almaktadır. Bunlar, sosyo-kültürel ve politik
etmenler olarak sıralanabilir. İktidarın –egemen yapının- bu sürecin
biçimlenişinde etkin rol üstlendiği söylenebilir. İktidarın sahip olduğu
ideolojik koşullanmalar kentsel mekân örgütlenmelerinin ne doğrultuda olacağını
belirlediği söylenebilir. İktidar güç kazandırır ve bu kazanımın egemen yapı
tarafından kendi erkleri doğrultusunda kullanıldığını gözlemleyebiliriz.
İnşa edildiği dönemin
gerektirdiği işlevleri barındıran bir yapı olarak Taksim (Topçu) Kışlası bugün
günümüz ortamına öneri olarak sunulamaz. Taksim meydanına günümüzde bir ordu
binası konumlandırılamayacağı tahmin edilebilir. Ancak tarihi görselleştiren
bir temsil olarak varlık kazanabilir. Temsil olarak içinde barındıracağı işlev,
kapital dünyanın gerekli kıldığı olmaktan öteye gidemeyeceği söylenebilir.
Sistemin bir çarkı olarak kültür endüstrisinde yerini alması beklenir ve egemen
yapının isteğinin bu doğrultuda olduğu açıkça söylenebilir.
Eğlence kültürüne hizmet eden, AVM’ler,
yeme içme yerleri olarak kitlenin kullanımına sunulacağı söylenebilir.
İktidarın –egemen yapın- rant sağlama
amacı güttüğü açıkça gözlemlenebilir. Politik tarafların umulanın dışında
dürüst bir tavır takınması beklenmez. Bu nedenle asıl amacı gizleme gereksinimi
duyması olağanlaşır. Toplumda görülen tarihsel olana karşı duyulan özlem,
sorgulamadan tarihseli sevme ve benimseme hatta yüceltme durumu; gösterilmek
istenmeyeni maskelemek için ideal bir koz olarak kullanılabilmektedir egemen
yapı tarafından. Toplum gösterilmek isteneni görecektir, çünkü görmeyi istediği
şey nostaljik olandır. Özlem duyduğu ve tutunmak istediğidir.
7.Oktay Ekinci, Taksim Kışlası ve Emirgan Örneği, Cumhuriyet gazetesindeki yazısından alıntı;Nitekim "Kışlanın yerinde çağdaş kent kültürünü simgeleyen Taksim Gezisi, 1940 planında meydanı Dolmabahçe'ye bağlayan yeşil koridorunun başlangıcı olarak cumhuriyetin ilk şehircilik kararlarındandır..." diyenler seslerini pek duyuramadılar. Böylece "Camili Taksim Kışlası" ancak laikliği koruma hassasiyetiyle engellenebilirken, gezinin de bir "cumhuriyet mirası" olarak yaşatılması gerektiği medyada yeterince vurgulanamadı...
Kaynaklar:
×
1. David Harvey,’ The State’ , Paris, Capital Of
Modernity, Routledge,2003,S.218
×
2. Hülya Turgut Yılız, Göksenin
İnalhan, İstanbul’da Kültürel Ve Mekansal Dinamikler: Konut Ve Çevresine
İlişkintercihler Ve Beklentiler,Kent Kültür Ve Konut Bildir Kitabı,2007,S.32
×
3. Theodor W. Adorno and Max Horkheimer,a.g.e.,S.105
×
4.
Uğur Tanyeli, Rüya İnşa İtiraz -Mimari Eleştiri Metinleri, Boyut
Yayınevi(2011),s.111
×
5. Oktay Ekinci,Taksim Kışlası Ve
Emirgan Örneği,Cumhuriyet Gazetesi, http://www.arkitera.com/haber/index/detay/taksim-kislasi-ve-emirg%C3%A2n-ornegi/6678
, 15 Mayıs 2012
×
8. Tom Huhn, Kant Adorno Ve Estetiğin Toplumsal
Geçişsizliği, http://www.ykykultur.com.tr/dergi/?makale=177&id=29
( 16 Mayıs 2012 alınmıştır), Cogito, Adorno: Kitle Melankoli Felsefe,
sayı:36,2003
×
9.
Uğur Tanyeli, Rüya İnşa İtiraz -Mimari Eleştiri Metinleri, Boyut
Yayınevi(2011),s.95