24 Aralık 2012 Pazartesi

İktidarın Masumiyet Maskesi; Tarihsel Olana Tutunmak



    Özet:
    İnsanları kontrol altında tutmanın en ideal yolu kentleri organize etmekle mümkün kılınabilir. David Harvey, Paris’in bir modernite başkenti oluşunu Haussmannizasyonu olarak bizlere aktardığı süreçte, iktidarın kamusal mekânı nasıl kendi gücünün temsili olarak kullandığı ve toplumu ıslah etmek, disiplin altında tutmak için örgütlediğine dair ifadesi bizler için iyi bir örnek teşkil edebilir1. Paris’te yeni bir kent hayatı kurgulanmıştır. İktidarın güç temsili yapılar yapılmıştır. Kafe ve dükkânlarla işlevlendirilmiş bulvarlar, bulvar boyunca oturabileceğiniz masalar, görsel açıdan zengin vitrinlerle donatılmış bir kent; günlük alışkanlıkların yıkılıp yeniden inşası için tasarlanmıştır. Kentsel mekânların örgütlenmesi iktidarın –egemen yapının- eliyle yapılmaktadır. Egemen olanın sermaye ile yandaş sayıldığı günümüz ortamında, kentsel mekânların örgütlenmesi sermaye ile doğrudan bağlantılı hale gelmiştir. Bireyleri çevreleyen kentsel mekânlar çağımızda, üretim-tüketim döngüsünün hissettirilmeden kabul ettirilişinde etkin role sahip olduğu söylemek mümkün olabilir. İktidarın–egemen yapı- şehir hayatını elinde tutmak istemi tarihin birçok döneminde görülebilmektedir, bu durum gücün sürekliliğini koruma adına olağan karşılanabilir. Bu istemi gerçek kılabilme adına iktidarın kendi eliyle, kentli hayatını yeniden kurgulama yoluna başvurduğu tarihin dönemlerinde sıkça görülebilir.
    Tarihselciliği her daim yüceltmekle görevlendirilmiş, bu durumu kendine görev bilen bir toplum, içinde bulunduğu hal gereği tarihten geleni sorgulamadan, doğruluğundan şüphe etme gereği duymadan benimseyebilmektedir. Bu durum nedenleri tartışmaya açık olmakla birlikte anlayışla karşılanabilir. Tartışılmak istenen, iktidarın –egemen yapının- tarihten geleni bir maske olarak kullanabilmesi, kendi eliyle kurguladığı kent hayatını bu maske altında saklama çabası. Maskenin ardında var olanı – tüketim kültürünü-  masumiyet kisvesi altında bireylerin kullanımına sunabilmesi ve savını faydacı olarak gösterebilmesidir.

   Anahtar Kelimeler: Tüketim Kültürü, Kent Yaşamı, Tarihselcilik

   Giriş:

   Günümüzde dünya sürekli bir devinim içerisindedir, böyle bir ortamda kentlerin de değişimi olasıdır. Her dönemin birbirinde farklı ekonomik ve politik, sosyo-kültürel ve teknolojik süreçleri bu dönüşümün biçimini belirleyebilmektedir. 1950 yıllarından günümüze kadar yaşanan süreçte kentlerde hızlı nüfus artışı görülmektedir. Hızlı nüfus artışı kentleşme ile ilgili sorunları beraberinde getirmiştir diyebiliriz. Bu sorunları, yoksulluk, dengesiz güç dağılımı ( alt-orta ve üst tabakaların ortaya çıkışı) , mekânları yetersizliği, tarihi ve doğal değerlerin tahrip edilmesi gibi sıralayabiliriz. Ek olarak ulaşım ve iletişim teknolojilerinin değişimi kentlerin yeniden düzenlenmesini gerekli kılabilir. İstanbul bu bahsi geçen durumu, kentsel devinim halini hızlıca yaşamıştır2. 1980 yılından günümüze şehir küreselleşme, liberal ekonomi, hızlı kentleşme ve teknolojik ilerlemeler dâhil olmak üzere dönüşümün karmaşık etkisiyle yönlendirilmiştir.(Keyder,1999) Kentsel değişimlerin günümüzde de iktidar eli ile sağlandığı gözlemlenebilir.
   Günümüzde ‘küresel kapital’in etkin rol oynadığı kent ortamında, bireylerin kafa karışıklığı anlaşılabilir bir durumdur. Kentin kent olmakla, kentlinin kentli olmakla ilgili sorunsalları mevcuttur. Adorno ve Horkheimer’a göre, “ Toplumun, baştan beri insanların maddi yapısında, Halit-i ruhiye sinde sözünü geçirmiş, ekonomi tarafından belirlenen yönü, bireylerin, bağımsız varoluş donanımı anlamında faaliyet gösteren organlarını köreltmektedir3.” Bireyin kendi olmakla ilgili vasıfları körleşebilmektedir. Özne olan birey kendi özünü yitirebilmekte veya özüyle ilgili şüpheye düşebilmektedir. Hissedilen bu boşluğu doldurmaya çalışan, karmaşa içersinde varlığını sürdüren birey “yüce” kavramını var edebilir.  Bu makalede yüce kavramı olarak tarihsel olan ele alınmaya çalışılacaktır. Türk toplumunun yüceltilmiş değeri olarak tarihsel olan vardır ve iktidar –egemen yapı- kendi erkleri doğrultusunda yüce olanı kullanmaktan kaçınmayacaktır.

   İktidarın Boyunduruğunda Tarihi Değere Sahip Olan Mimari Ürün:

   Tarihten gelen ve/veya tarihi bir şekilde içine barındıran iyi ve güze ola gelmiştir ve günümüzde Türk toplumunda bu kabulün geçerliliğini sürdürdüğü söylenebilir. Geçmişe özlem duyma her bireyin sahip olduğudur, yalnız her bireyin kendine özgü deneyim edindiği bir geçmiş kavramı vardır, bu nedenle özlem duyulan geçmiş her kişide farklılık gösterebilmektedir. Özlem duyulan geçmiş bağlamından koparılıp, koşullarından bağımsız özgün değerinden uzaklaştırılmış bir şekilde yeniden yaratım ile zihinlerde ideal olan haline getirilebilmektedir. İdealize edilmeye layık olanı ideolojik koşullanmalar her bireyin zihninde birbirinden farklı kılabilmektedir. Her iktidar kendi ideolojik koşullanmalara sahiptir ve bu yönüyle toplumun bir kısmı -muhalefet-  ile muhakkak tezatlık içerisinde olacaktır. İktidar olan kendi ideolojisi doğrultusunda tarihsel olana sahip çıkacak ve yüceltecektir diyebiliriz. “Sadece yüceltme ve idealizasyona konu ettikleri dönem eğilimler farklıdır.” (Tanyeli,2011) Yüceltilen bir değerin – tarihten parlak bir dönemi ve/veya fikri alma- her daim hali hazırda bekletildiği söylenebilir. Mimari yapılar güç gösterisi temsilleri olarak iktidar tarafından birçok dönemde kullanıla gelmiştir. Kapital dünyada süre gelmişin aksi gözlenmez, mimari yapılar egemen yapıların güç temsili ürünleri olarak sistemde yerlerini alırlar. Tarihsel yapılar geçmişte var olanı bir şekilde işaret ederler. Üzerlerinde geçmişin izlerini taşırlar. Taşıdıkları izler imgeler oluşturur. Bugün var oldukları şekilde algılanmazlar, onlara başka anlamlar yüklenir. Bu anlamlar korunur ve yaşatılmaya çalışılır. “Hatıralar kimsenin bizden alamayacağı tek mülkümüzdür” diye söyler Jean Paul. Uğur Tanyeli’nin ifadesine göre; 
“ Tarihselcilik, yüceltilmiş ve ‘parlatılmış’ bir tarih döneminin (veya dönemlerinin) ardılı olduğuna inanan ve bunu mimarlıkla ifade etmek isteyenlerin yönelimidir. Bu parlatma ve yüceltme sayesinde varlık kazanır ve sonuçta hedefi olan dönemin bir kez daha parlatılıp yüceltilmesini sağlar. Özetle, nasıl bir tarihselci mimarlık ortaya konulabileceği, tarihselci mimarlık yapanların nasıl bir tarihe sahip olduklarına inandıklarına bağlıdır. Örneğin onlar geçmişte kültürel ve askeri başarılar, hegemonik iktidarlar, disiplinli, her türlü belirsizlikten arındırılmış bir tarih yaşadıklarına inanıyorlarsa, öyle bir tarihsellik düşlerler, öyle bir tarihselci mimarlık yaparlar. Çünkü aynen öyle bir bugün düşlemektedirler. Tarih özlenen bir geçmişi anlatır ve o sayede yeni bir bugün tarif ederken, tarihselci mimarlık da onu üç boyutlu bir gerçekliğe kavuşturur.4
   Taksim meydanı; yaya kullanımın daha etkin olduğu, araç kirliliğinden kurtarılmış bir meydan haline dönüştürme projesi olarak karşımıza çıkar. Taksim Yaya Trafiği Projesi olarak adlandırılır ve Topçu Kışlası'nın yeniden yapımı fikrini ileri sürer. Amacına aykırı olarak Topçu Kışlasının yeniden yapımının yayalaştırma adına yanlış bir karar olduğu, devasa bir kütle olarak meydanda bir bariyer oluşturacağı, kullanımı tüketim kültürüne katkı yapmaktan daha öteye gidemeyeceği tartışmaları içerisinde, akıbetinin ne olacağına dair muğlâklığı koruyarak, bir gerçek olarak varlığını sürdürmektedir. Genel çerçevesi ile Taksim (Topçu) Kışlası’nın durumu bu şekilde ifadelendirilebilir. Diğer yönüyle problematik bir durum olarak gördüğümüz Taksim Kışlası değerlendirilecek olunursa; Taksim Meydanı birçok anlamın yüklendiği bir kentsel mekân konumundadır. Kentsel belleğin güçlü olduğu böyle bir kamusal alanda yapılacak olan her müdahale anlamlar doğuracaktır ve imgeler kentsel belleğe aktarılacaktır. Bu özelliğinde dolayı kamusal alan olarak kent belleğinde önemli yere sahip olabilmektedir. Kentsel mekânlar üzerinden anlamların –imgelerin- üretilip dolaşıma sürülmesi, bu anlamların sorgulanma hakkını doğurabilmektedir. Birçok hafızada yer eden olayın vuku bulduğu kent belleği olarak Taksim Meydanı’nda hangi anlamın öne çıkarılabileceği ya da geçmişten bir anlamın alınma gereğinin var olup olmadığı tartışılabilmektedir. Bireyden bireye özlem duyulan, yüceltilen geçmiş ‘parlatılmış dönem’ in değişiklik gösterebildiği üzerine durmuştuk. 1940 yılında Henri Proust’un imar planında ön gördüğü şehre boşluk açmak –yeşil koridor- amaçlı Topçu Kışlası’nın yıkımı , ‘kültür mirası’ kavram eksikliğimizden kaynaklandığını savunan taraflar var olabilmektedir. 17.yy sonlarında yapılan dönemin üstün kültürünü yansıtan yapı, kültür mirası kavramı yaratılarak, sınırları çizili olabilen değer sınıflandırma içerisine dâhil edilebilmektedir6.  Bunun yanı sıra Henri Praust’un ön gördüğü imar planının, yeni Türk Cumhuriyeti’nin yeni şehir yüzünü yansıtan, kentsel müdahale olduğunu savunanlarda olabilmektedir. Modern kentin modern meydanlara ihtiyacı olduğu önerisini getiren kentsel öngörünün-Proust’un yeşil koridoru ve İnönü Meydanı- korunması gerekliliği, modern tarihselciliği yapılabilmektedir.7Anlamların yarışa çıkarıldığı, günümüz koşullarından bağımsız geçmiş bazı dönemler üzerinden anlam düelloları yapılabilmektedir. İlk milli maçın yapıldığı stadyum mu yaşamalı, İnönü Parkı mı? 31 Mart olayına tanıklık etmiş, topçu taliminin yapıldığı meydan mı var olmalı?  Tarihin tozlu sayfalarında yaşamaya çalışanlar bu gibi sorular üretmeye devam edecektir, bırakalım sorularıyla bugünden yoksun parlak tarihleriyle yaşamaya devam ede dursunlar.

Bireyin Zihninde ‘Yüce’ Kavramı Olarak Tarihsel Olan:

   Kant’a göre yücelik, doğa karşısında hissetmemiz gereken bir şeydir. Buradan doğanın kendisinin yüce olması gerekliliği çıkarılabilmektedir. Kant, doğanın yüceliği ışığında gerçekleşen bir ben imgesinden bahseder ve bu ben imgesinin doğa ile uzlaşma içerisinde olduğunu belirtir. Yüce bir vaattir. Güzelliğin verdiği vaatten çok daha gerçek, çok daha etkili olan bir vaattir. Adorna’ya göre, yüce kendisi kurtuluş olmasa da kurtuluşun çok yakın olduğu beklentisinin sürekli etkinliğidir. Umudun varlığının korunması, bir kurtuluş olduğunu benimsemek ve bu hali yaşamaktır, yücelik. Gerçek yaşamın varlığının, koşularının terk edilmesini reddeder. Yüce Hıristiyan değildir. Düşkün bir öznellikten bahsetmez. Buradan çıkarımla nostaljik olduğu da söylenemez, bir kez var olduğunu kurguladığı şeyi tekrar canlandırma peşinde değildir. Yüce alegorikte değildir. Bu zamanda var oluşunu ölmüş-yok olmuş- başka bir şey üzerinden konumlandırmaz. Yüce aksine doğanın taklitçi -mimetik- , kestirimci bir üründür. İnsan doğasıdır yüce ya da toplumsal doğadır8. Birey kendine bir yetkinlik, ulaşılması zor olan belirler. İnsan merak duygusuyla doğar ve merak sorgulamayı getirir. Varlık amacı sorgulanır ve ulaşılmak istenen, değer yargıları belirler. Yüce bir şeye sığınmak ve ya tutunmak ister, bir amaç edinir. Yüce olanı yaratır ve bu yaratımını dokunulmaz kılar. İyiye ve güzele ulaşma, yüce olana sahip çıkma ile sağlanır.

   Türk toplumunda yüce olan ise eskiliği, yaşanmışlığı ile paraleldir denilebilir. Eski olan, koşullarından bağımsız, sadece zamanın kattığı değerle yüce olabilmektedir. Uğur Tanyeli’nin deyimiyle; “Türkiye’de mimari anlamıyla tarihsellik ‘hakiki’ bir durum değil, bir temsildir. Ama asıl önemlisi, binanın bir niteliği de değildir. Bina tarihselliği var etmez ki… Tarihsellik hiç bir bina ortada kalmasa da hep var olmakta devam eder! Tarih, ulusumuzda, bizde içkindir. Mimarlık ürünüyse tarihi görselleştirir. Onu görselleştirmek için vardır. Dolayısıyla, kendi başına bir değer taşımaz; tarihte mevcut olduğuna inanılan yüce değerleri ‘gösterir’, temsil eder. O bir görüntüdür yalnızca. Değerli olansa ‘tarihimiz’dir,yüce geçmişimizdir. Tarihsel binalar onun ilan tahtalarıdır.” Misal büyüklerin sözü her zaman dinlenmelidir, zamanın onlara kattığı değerler vardır, alınacak dersler. Büyük sözünün her daim dinlenmesi gerekliliği ile beslenmiş bireyler, büyüklerin yaptıkları hakkında ki yargıları da aynı olacaktır. Misal Mimar Sinan eserleri dokunulmazdır ve yücedir. Doğruluğu tartışma kabul etmez hal alabilmektedir. Ve tekrarlarının üretilmesinde sakınca görmek düşlenemez olabilmektedir. Bilindiği üzere Mimar Sinan camileri benzeri camiler yapılarak yüceliği sürdürülür. Yüce değer olarak yaşatılmaya çalışılabilmektedir, zamanının koşullarından koparılarak, giydirilen yüce kavramı doğrultusunda gerçekleşebilmektedir bu durum. “Her şeyden önce, Süleymaniye geçmişe ait bir veri olarak, yani özgül tarihselliği bağlamında yer tutmaz. Süleymaniye’nin belirli bir dönemde, belirli koşullar altında neden, nasıl inşa edildiği, onu ortaya koymayı sağlayan zihniyet yapıları ve/veya ekonomik, siyasal, toplumsal arka planı sorgulanmaz. Yapı, kendi tarihselciliğinin bilincinde bir özne tarafından yorumlanmaz da…9(Tanyeli,2011)
Selçuklu bezemeleriyle dolu tip proje olarak gerçekleştirilen eğitim yapıları benimsenebilmekte, birey tarafından içselleştirilebilmektedir. Selçuklu eğitimi hakkında fikir sahibi olmayan birey, imge olarak yeniden üretilen görsel bir Selçuklu resmini güzel olarak addedebilmektedir ve yüceltebilmektedir.
Sonuç:

  Modern zamanın kaçınılmaz sonucu olarak kentler yaşam alanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Kentsel mekânların biçimleniş ve kimlik kazanım sürecinde birçok değişken yer almaktadır. Bunlar, sosyo-kültürel ve politik etmenler olarak sıralanabilir. İktidarın –egemen yapının- bu sürecin biçimlenişinde etkin rol üstlendiği söylenebilir. İktidarın sahip olduğu ideolojik koşullanmalar kentsel mekân örgütlenmelerinin ne doğrultuda olacağını belirlediği söylenebilir. İktidar güç kazandırır ve bu kazanımın egemen yapı tarafından kendi erkleri doğrultusunda kullanıldığını gözlemleyebiliriz.
   İnşa edildiği dönemin gerektirdiği işlevleri barındıran bir yapı olarak Taksim (Topçu) Kışlası bugün günümüz ortamına öneri olarak sunulamaz. Taksim meydanına günümüzde bir ordu binası konumlandırılamayacağı tahmin edilebilir. Ancak tarihi görselleştiren bir temsil olarak varlık kazanabilir. Temsil olarak içinde barındıracağı işlev, kapital dünyanın gerekli kıldığı olmaktan öteye gidemeyeceği söylenebilir. Sistemin bir çarkı olarak kültür endüstrisinde yerini alması beklenir ve egemen yapının isteğinin bu doğrultuda olduğu açıkça söylenebilir.
Eğlence kültürüne hizmet eden, AVM’ler, yeme içme yerleri olarak kitlenin kullanımına sunulacağı söylenebilir. İktidarın –egemen yapın-  rant sağlama amacı güttüğü açıkça gözlemlenebilir. Politik tarafların umulanın dışında dürüst bir tavır takınması beklenmez. Bu nedenle asıl amacı gizleme gereksinimi duyması olağanlaşır. Toplumda görülen tarihsel olana karşı duyulan özlem, sorgulamadan tarihseli sevme ve benimseme hatta yüceltme durumu; gösterilmek istenmeyeni maskelemek için ideal bir koz olarak kullanılabilmektedir egemen yapı tarafından. Toplum gösterilmek isteneni görecektir, çünkü görmeyi istediği şey nostaljik olandır. Özlem duyduğu ve tutunmak istediğidir.


6.Yılmaz Ergüvenç, Kenthaber, 11 Şubat 2010 köşe yazısı Taksim Kışlası değerlendirmesi. “Kışlanın iç avlusunda Taksim Stadı vardı. Şimdi yerinde Taksim Parkı (o zamanki adı ile İnönü Gezisi) bulunuyor. Kışlanın yıkım gerekçesi meydanı büyütmek değildi; çünkü kışla, bu günkü meydanın kenarında kalıyordu. Peki, gerekçe neydi? Gerekçe, yeşil kuşağı ‘2 numaralı park’ adı ile Taksim’den başlatıp Dolmabahçe’ye kadar indirme amacını güden ‘Prost İmar Planı’ uygulaması idi. Aslında ana neden, o dönemde mimarlık, tarih ve arkeoloji konularında değer bilmezliğimiz, yani ‘kültür mirası’ kavramından yoksunluğumuzdu.”
7.Oktay Ekinci, Taksim Kışlası ve Emirgan Örneği, Cumhuriyet gazetesindeki yazısından alıntı;Nitekim "Kışlanın yerinde çağdaş kent kültürünü simgeleyen Taksim Gezisi, 1940 planında meydanı Dolmabahçe'ye bağlayan yeşil koridorunun başlangıcı olarak cumhuriyetin ilk şehircilik kararlarındandır..." diyenler seslerini pek duyuramadılar. Böylece "Camili Taksim Kışlası" ancak laikliği koruma hassasiyetiyle engellenebilirken, gezinin de bir "cumhuriyet mirası" olarak yaşatılması gerektiği medyada yeterince vurgulanamadı...

Kaynaklar:

×          1. David Harvey,’ The State’ , Paris, Capital Of Modernity, Routledge,2003,S.218
×          2. Hülya Turgut Yılız, Göksenin İnalhan, İstanbul’da Kültürel Ve Mekansal Dinamikler: Konut Ve Çevresine İlişkintercihler Ve Beklentiler,Kent Kültür Ve Konut Bildir Kitabı,2007,S.32
×          3. Theodor W. Adorno and Max Horkheimer,a.g.e.,S.105
×          4. Uğur Tanyeli, Rüya İnşa İtiraz -Mimari Eleştiri Metinleri, Boyut Yayınevi(2011),s.111
×          5. Oktay Ekinci,Taksim Kışlası Ve Emirgan Örneği,Cumhuriyet Gazetesi, http://www.arkitera.com/haber/index/detay/taksim-kislasi-ve-emirg%C3%A2n-ornegi/6678 , 15 Mayıs 2012
×          8.  Tom Huhn, Kant Adorno Ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği,       http://www.ykykultur.com.tr/dergi/?makale=177&id=29 ( 16 Mayıs 2012 alınmıştır), Cogito, Adorno: Kitle Melankoli Felsefe, sayı:36,2003
×          9. Uğur Tanyeli, Rüya İnşa İtiraz -Mimari Eleştiri Metinleri, Boyut Yayınevi(2011),s.95
         


rol model 'mimarlar'


Mimarlık tarihinin aktörler üzerinden yeniden yazımı, tarih yazımı hakkında yeni bir soluk olarak görülebilir. Tarih yazımları genellikle gücün kontrolü altında, denetimli kurgular olabilmektedir. Ve bu tarihin birçok döneminde görüle gelendir. Modern dünyada birey olma durumu ve /veya çabası tarihinde bireysellik (aktörler) üzerinden yazımını akla getirebilir. Tarih yazımının bireyler üzerinden kurgulanmasının haklı yanlarının varlığı –etkin olduğunun söylenebilmesi- mümkün olabilir, hatta yazıda da görüldüğü üzere, iki aktör kıyası ile anlatılan mevcut geçmiş durum, bir anlatım olarak gayet etkili olabilmektedir.

Entelektüel üretim ise, modernizmin arkasındaki itici güç olan kapitalizmden ayrı düşünülemez. Kapitalizmin, kültürü bir “endüstri” haline getirmesi ve kültürü de diğer üretimler gibi seri üretime sokması, bunun içinde bir standartlar (klişeler) sistemi belirlemesi, (Adorno & Horkheimer, 2010) bireyi önce bu klişeleri kabule sonra da ekonomik (ve entelektüel) süreklilik için bu kabullerin arasından farklılaşma yaratarak sıyrılmasına ve “ fark edilmesine” varan gerilimli bir ilişkinin içine sokuyor.

Böyle bir ilişkiler sisteminin var olduğu günümüz ortamında, birey olmanın zorluğu, hatta birey olma bir yönlendirilmiş durum olarak kabul görürken, bireyler üzerinden tarih yazımının ne kadar yansız bir durum olabileceği sorusunun sorulması gerekli hal alabilmektedir.
İnsan olarak, roller üzerinden hayatımızı kurgularız. Çocukların ilk rol modelleri aileleridir. Yeni nesil mimarlar olarak, bir aile metaforu üzerinden,rol modeller belirlemek,mimarlık yapabilme,mimarlık üzerine düşünme adına bir seçim olabilir. Rol modellerin seçimi doğruluğunun üzerine kafa yormak gerekebilir. Turgut Cansever yazı da vurgulandığı üzere, söylem ve etkin mimarlığı birbiriyle çelişmeyen, yaptığıyla söylediğinin tutarlılığı açıkça görülebilen kişinin, Sedad Hakkı gibi söylem ve pratikte çelişik durumlar içerisinde yer alan bir mimara göre daha haklı ve örnek alınması gereken gibi görülebilir.  Diğer yönden söylemle yapılanın tutarlı olması gerekliliği, kuramın bir bütün olarak mı düşünülmesi tartışılabilir.

Zamansız bir öncü olarak atfedilen Turgut Cansever; Türkiye ortamında anlaşılabilmesi  zamanını bulabilmesinin mümkünlüğü nedir sorusunu somak isterim. Günümüz ve ya gelecek mi?



*bunlar yazı yazma çabasıdır,mazur görün lütfen...

turtles can fly



Nacizane mimarlık eğitimi almış bir kişi olarak,
gördüğüm her durumu mimari mekan kavramı üzerinden değerlendirme potansiyelim
günlük rutin haline dönüşebilmektedir. Devrik cümlenin alası , hülasa _ bir mülteci kampı görsem...
Misal ya, oralar da mekan olarak tasavvur edilebilir mi ?
Hani istemsiz davranışım, hangi soruları sorar kendine?
Yoksa dimağı mı tutulur insanın görülen manzara karşısın da? 

En asgari şartların eksik olduğu yer-e- mekan demek mümkün mü?
Yoksa, ademoğlu bulur mu bir yolunu ,tüm olanaksızlıkların içerisinden , bir aidiyetlik duygusu...

Belli ki bulamaz ve bırakır kendini boşluğa...







14 Aralık 2012 Cuma

DESEN...




Türk Halı Deseni

           Meksika’da bir konut cephesi

TEKNOLOJİ DEĞİŞİYOR,TOPLUMLAR DEĞİŞİR VE EBEDİ OLAN FORM SÜREKLİ KENDİNİ YENİLER,BİZE YENİ KARAKTERLER VERİR.
ASIL ÖZ (DEĞİŞMEYEN ÖZ) EBEDİ DOĞRU PARÇASININ DIŞAVURUMUDUR.
STİL OLARAK BİLDİĞİMİZ ÖZ KARAKTERİN GEÇİCİ PARÇASIDIR.

THE MORPHOLOGY OF LİVİNG ARCHİTECTURE /  CHRISTOPHER ALEXANDER





Peter Zumthor Mimarlığı Hakkında

Zumthor, “Atmosferler” kitabında nitelikli mimarlığın kendi için ne anlama geldiğini; nitelikli mimarlık ürünü onu deneyimleyen kişi ...