29 Eylül 2018 Cumartesi

PALLASMAA "TENİN GÖZLERİ"



Pallasmaa, J. (2011).Tenin Gözleri: Mimarlık ve Duyular (A.U. Kılıç, Çev.).YEM Yayın, İstanbul.

 “ Şu açık ki, “yaşamı yükselten”- Goethe- mimarlık tüm duyulara birden seslenmeli ve kendilik imgemizi dünya deneyimimizle kaynaştırmalıdır. Mimarlığın asli zihinsel görevi barındırma ve bütüleştirmedir. Mimarlık bizi salt kurgu ve hayal dünyalarında iskan etmek için değil, dünyada -olmak deneyimimize tercüman olmak ve gerçeklik ve kendilik duygumuzu güçlendirmek içindir. “
“Binalar ve şehirler ,insani varoluş durumunu anlamak ve onunla yüzleşmek için gerekli ufku sağlar”
Böyle bir etkiye sahip araç nasıl üretilmelidir. soru aslında bu!
“Anlamlı mimarlık kendimizi bedenli ve tinsel tam varlıklar olarak deneyimlememizi sağlar.” s.14
“İster sanatçı olsun ister zanaatçı,çalışırken dışsal ve nesnelleştirilmiş bir soruna odaklanmış olmaktan çok, kendi bedenleriyle ve varoluş deneyimlerini doğrudan doğruya işin içine katarak çalışırlar. Akıllı bir mimar bütün bedeni ve kendilik duygusuyla birlikte çalışır. Bir bina ve nesne üzerinde çalışırken mimar aynı zamanda bir tür tersten perspektifinde içindedir: kendi kendilik - imgesi, ya da daha doğrusu,varoluşsal deneyimi. Yaratıcı emekte güçlü bir özdeşleşme ve yansıtma gerçekleşir; yaratıcının  bütün bedensel ve zihinsel yapısı iş mahaline dönüşür.”s.15
“Tüm sanatlar gibi mimarlıkta temelde insanın zaman ve mekanda varoluşuna ilişkin sorularla karşılaşır, insanın dünyada olmaklığını dışa vurur ve anlatır. Mimarlık kendilik ve dünya, içsellik ve dışsallık,zaman ve süre yaşam ve ölümle ilgili sorularla derinlemesine iç içedir.” s.21
“Çağdaş mimarlığın ve şehirlerin insanlık dışılığı, bedenin ve duyuların ihmal edilmesinin bir sonucu ve duyusal sistemimizin dengesizliği olarak anlaşılabilir.” s.24

“ Nihilistik mimarlık, kişinin beden-merkezli ve bütünleşik dünya deneyimini pekiştirmek yerine bedeni devreden çıkarır ve yalıtır; kültürel düzeni yeniden kurmaya çalışmak yerine kolektif anlam okumasını olanaksız kılar. “ s. 30
“ Binalar plastisitelerini,bedenin dili ve bilgeliğiyle bağlantılarını kaybettikçe,görmenin serin ve uzak diyarında yanlızlaşırlar. Dokunsallığın ,insan bedeni için,özellikle el için ,üretilmiş ölçü ve detayların kaybıyla birlikte , mimarlık yapıtları itici biçimde düz,keskin kenarlı ,maddesiz ve gerçekdışı oldular.” s.39
“aura” duygusu ,mevcudiyetin otoritesi,Walter Benjamin’in sahici bir sanat yapıtının zorunlu bir niteliği olarak gördüğü şey,kaybedildi.”
Malzemenin bir araya getirilişi;
“Bugünün standart yapılarının yavanlığını zayıflamış bir maddesellik duygusu pekiştirmektedir. Doğal malzemeler (taş,tuğla ve ahşap) , görüşümüzün yüzeylerinden içeri girmesine izin vererek bizi maddenin sahiciliğine ikna eder. Doğal malzemeler hem yaşlarını ve tarihlerini,hem de kökenlerinin ve insan tarafından kullanımlarının hikayesinin anlatırlar. Tüm madde zamanın sürekliliği içinde vardır; aşınmışlığın patinası zamanın zenginleştirici deneyimini yapı malzemelerine ekler. Ama bugünün makineyle üretilmiş malzemeleri (geniş cam paneller,emaye metaller ve sentetik plastikler) maddi özlerini ve yaşlarını iletmeksizin sert yüzeylerini göze sunarlar. Bu teknoloji çağının binaları çoğu zaman kasıtlı olarak her dem taze kusursuzluğu hedeflemekte ve zaman boyutunu , başka deyişle,kaçınılmaz ve zihinsel olarak anlamlı olan yaşlanma izlerine yönelik bu korku ölüm korkumuzla ilişkilidir.” (tenin gözleri,pallasmaa, s. 40)
“Mimarlık,özünde,doğanın,insan yapımı aleme doğru algılamanın zeminini ve dünyayı deneyimleme ve anlamanın ufkunu sağlayan uzantısıdır. Yalıtık ve kendine yeten bir yapıntı değildir;dikkatimizi ve varoluşsal deneyimimizi daha geniş ufuklara yöneltir. Mimarlık aynı zamanda toplumun kurumlarına ve gündelik yaşamın koşullarına kavramsal ve maddi yapısını veririr. s.52
“Her etkileyici mimarlık deneyimi çokduyulu bir deneyimdir; göz,kulak,burun,ten,dil,iskelet ve kasın her birinin, mekan, madde ve ölçekle ilgili niteliklerin ölçülmesinde eşit payı vardır. Mimarlık varoluşsal deneyimi, kişinin dünyada olma duygusunu güçlendirir ve bu özünde güçlenmiş bir kendilik deneyimidir.Mimarlık, salt görme ya da klasik beç duyu yerine, birbiriyle etkileşen ve kaynaşan birçok duyusal deneyim alanı içerir.” (tenin gözleri,pallasmaa, s.52)
“Hegel,mekansal derinlik duygusunu verebilecek tek duyunun dokunma olduğunu ileri sürer,çünkü dokunma ‘maddi cisimlerin ağırlık,direnç ve üçboyutlu şekillerini(gestalt) duyumlar,böylece bizi,ötemizde dört bir yana uzanan şeylerden heberdar eder.’.” s.54
“Bir mimarlık yapıtı izlenimlerden oluşmuş karmaşık bir bütün doğurur.Bir mimarlık yapıtı,birbirinden kopuk imgeler koleksiyonu gibi değil,maddi ve ruhani mevcudiyetiyle bütünüyle cisimleşmiş olarak deneyimlenir.Bir mimarlık yapıtı hem fiziksel hem de zihinse yapıları bir araya getirerek kaynaştırır. Mimari çizimde ki görsel cephedenlik (visual frontality) mimarlığın gerçek deneyiminde kaybolur. İyi mimarlık,gözün haz veren dokunuşu için kalıba dökülmüş şekiller ve yüzeyler sunar.Bir mimari mekan düşüncelerimizi çerçeveleyerek ,durdurarak,güçlendirerek ve odaklayarak kaybolmalarını önler. varlığımızı dışarıda da duyumsayabilir ve düşleyebiliriz,ama berrak düşünmek için bir odanın mimari geometrisine ihtiyaç duyarız. Düşüncenin geometrisi odanın geometrisini yankılar. ” s.56
“Mimarlık sanatı da insanın dünyadaki varlığıyla ilgili metafizik ve varoluşsal sorularla uğraşır. Mimarlık yapmak berrak düşünmeyi gerektirir, ama bu düşünme duyular ve beden aracılığıyla, mimarlığın özgül ortamıyla gerçekleşen özgül cisimleşmiş bir düşünme biçimidir. Mimarlık , insanın dünyayla ete bürünmüş biçimde karşılaşmasını ‘plastik duyular- le corbusier’ aracılığıyla işler ve iletir.”s.58
“Ontolojik anlamını yitirmiş olan pencere artık duvarın yokluğundan ibaret. “Örneğin devasa cam yüzeylerin kullanımı […] binalarımız içtenlikten ,gölge ve atmosfer etkisinden yoksun bırakmaktadır.
[…] “Mahrem yaşam duygumuzu yitirdik ve esasen evden uzakta kamusal hayatlar yaşamaya mecbur bırakıldık.” diye yazıyor,çağdaş mimarlıkta içten gizliliğin,gizemin ve gölgenin sahici büyücüsü Luis Barragan.“  s. 60
Derli toplu olmak; ( sıfat Düzenli, dağınık olmayan, düzen verilmiş) TDK
“Son yüzyıldaki inanılmaz hız artışı,zamanı,dünyanın spontane halinin yansıtıldığı düz bir şimdinin ekranına dönüştürdü. Zaman sürme (duration) niteliğini ve ilksel geçmişteki yankısını yitirdikçe, insan tarihsel bir varlık olarak kendilik duygusunu yitirir ve “zamanın dehşetinin” ( karsten harries ) tehdidi altına girer. Mimarlık bizi şimdinin kuşatmasından kurtarır ve zamanın yavaş ve sağaltıcı akışını deneyimlememizi sağlar. Binalar ve şehirler zamanın araçları ve müzeleridir. Tarihin geçişini görmemizi ve bireysel yaşamı aşan yaşam döngülerine katılmamızı sağlarlar.” s.65
En iyi cevap basit olandır;
“Ancak mimarlık yalnızca işlevsellik,bedensel rahatlık ve duygusal zevk aracı olursa,varoluşsal aracılık görevini yitirir. Program ,işlev ve rahatlıkla ilişkili olan belli bir mesafe, direnç ve gerilim duygusu korunmalıdır. Bir mimarlık yapıtı yararcı ve akılcı saikleri içinde şeffaf olmalıdır; imgelemimizi ve heyecanımızı ateşlemek için, nüfuz edilemez sırrını ve gizemini korumalıdır.” s. 77
“Bir bina kendinde bir amaç değildir; çerçeveler,eklemler,yapılandırır, anlamlandırır,ilişkilendirir,ayırır ve birleştirir,kolaylaştırır ve yasaklar. Dolayısıyla temel mimarlık deneyimleri birer ad değil,daha ziyade birer fiil formuna sahiptir. Öyleyse sahici mimarlık deneyimleri, örneğin bir cephenin biçim bakımından alımlanmasından ziyade,bir binaya yaklaşmak ya da binayla karşı kaşıya gelmekten meydana gelir; yalnızca kapının görsel tasarımından değil,girme ediminden;maddi bir nesne olarak pencerenin kendisinden değil, bir pencerede içeri ya da dışarı bakmaktan(zumthor da neredeyse aynısını diyor,kadının pencereden bakma örneği atmosfer);bir görsel tasarım nesnesi olarak şömineden değil,sıcak mekanını işgal etmekten meydana gelir. Mimari mekan fiziksel mekandan ziyade yaşanan mekandır ve yaşanan mekan geometriyi ve ölçülebilirliği daima aşar.” s.78-79
“Alvar Aalto mimarlığı: Binaları tek bir egemen kavram ya da gestalta dayanmaz,daha ziyade duyusal birer yığındır. Bazen birer çizim olarak sarkar ve kararsız görünebilirler,ama idealize edilmiş görsel kurgular olarak değil,yaşanan dünyanın “etinde” (flesh) fiziksel ve mekansal olarak fiilen karşıladıkları zaman değerlendirilmek üzere tasarlanmışlardır.” s. 88
“Mimarlığın ebedi görevi, dünyadaki varlığımızı somutlaştıran ve yapılandıran,ete bürünmüş ve yaşanmış varoluşsal metaforlar yaratmaktır. Mimarlık ideal yaşamın fikir ve imgelerini yansıtır,maddileştirir ve ebedileştirir. Binalar ve şehirler gerçekliğin şekilsiz akışını düzene kavuşturmamızı ,anlamamızı,anımsamamızı ve nihayetinde kendimizi tanımamızı ve anımsamamızı mümkün kılar. Mimarlık kalıcılığın ve değişimin diyalektiğini algılamamızı ve anlamamızı,kendimizi dünyada konumlandırmamızı ve kültürün ve zamanın sürekliliği içinde kendimizi yerleştirmemizi sağlar.
Eylemi ve gücü,toplumsal ve kültürel düzeni,etkileşimi ve ayrılığı,özdeşliği ve belleği yeniden sunma ve yapılandırma biçimiyle,mimarlık,temel varoluşsal sorunlarla uğraşır. Her deneyim anıları toplama,birleştirme ve karşılaştırma edimlerini imler. Ete bürünmüş bir belleğin bir mekan ya da yeri anımsamakta asli bir rolü vardır. Ziyaret ettiğimiz tüm şehirleri ve kasabaları,tanıdığımız tüm yerleri bedenimizin ete bürünmüş belleğine (incarnate memory) aktarırız. Evimiz özkimliğimizle birleşir;kendi beden ve varlığımızın parçasına dönüşür.
Anımsanası mimarlık deneyimlerinde mekan, madde ve zaman tek bir boyutta , varlığın bilincimize nufüz eden temel tözünde kaynaşır. Kendimizi bu mekanla , bu yerle , bu anla özdeşleştiririz ve bu boyutlar bizzat varoluşumuzun bileşenlerine dönüşür. Mimarlık kendimiz ile dünya arasında uzlaşma sanatıdır ve bu aracılık duyular yoluyla gerçekleşir.
dürüstlük (integrity)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Peter Zumthor Mimarlığı Hakkında

Zumthor, “Atmosferler” kitabında nitelikli mimarlığın kendi için ne anlama geldiğini; nitelikli mimarlık ürünü onu deneyimleyen kişi ...