24 Aralık 2012 Pazartesi

İktidarın Masumiyet Maskesi; Tarihsel Olana Tutunmak



    Özet:
    İnsanları kontrol altında tutmanın en ideal yolu kentleri organize etmekle mümkün kılınabilir. David Harvey, Paris’in bir modernite başkenti oluşunu Haussmannizasyonu olarak bizlere aktardığı süreçte, iktidarın kamusal mekânı nasıl kendi gücünün temsili olarak kullandığı ve toplumu ıslah etmek, disiplin altında tutmak için örgütlediğine dair ifadesi bizler için iyi bir örnek teşkil edebilir1. Paris’te yeni bir kent hayatı kurgulanmıştır. İktidarın güç temsili yapılar yapılmıştır. Kafe ve dükkânlarla işlevlendirilmiş bulvarlar, bulvar boyunca oturabileceğiniz masalar, görsel açıdan zengin vitrinlerle donatılmış bir kent; günlük alışkanlıkların yıkılıp yeniden inşası için tasarlanmıştır. Kentsel mekânların örgütlenmesi iktidarın –egemen yapının- eliyle yapılmaktadır. Egemen olanın sermaye ile yandaş sayıldığı günümüz ortamında, kentsel mekânların örgütlenmesi sermaye ile doğrudan bağlantılı hale gelmiştir. Bireyleri çevreleyen kentsel mekânlar çağımızda, üretim-tüketim döngüsünün hissettirilmeden kabul ettirilişinde etkin role sahip olduğu söylemek mümkün olabilir. İktidarın–egemen yapı- şehir hayatını elinde tutmak istemi tarihin birçok döneminde görülebilmektedir, bu durum gücün sürekliliğini koruma adına olağan karşılanabilir. Bu istemi gerçek kılabilme adına iktidarın kendi eliyle, kentli hayatını yeniden kurgulama yoluna başvurduğu tarihin dönemlerinde sıkça görülebilir.
    Tarihselciliği her daim yüceltmekle görevlendirilmiş, bu durumu kendine görev bilen bir toplum, içinde bulunduğu hal gereği tarihten geleni sorgulamadan, doğruluğundan şüphe etme gereği duymadan benimseyebilmektedir. Bu durum nedenleri tartışmaya açık olmakla birlikte anlayışla karşılanabilir. Tartışılmak istenen, iktidarın –egemen yapının- tarihten geleni bir maske olarak kullanabilmesi, kendi eliyle kurguladığı kent hayatını bu maske altında saklama çabası. Maskenin ardında var olanı – tüketim kültürünü-  masumiyet kisvesi altında bireylerin kullanımına sunabilmesi ve savını faydacı olarak gösterebilmesidir.

   Anahtar Kelimeler: Tüketim Kültürü, Kent Yaşamı, Tarihselcilik

   Giriş:

   Günümüzde dünya sürekli bir devinim içerisindedir, böyle bir ortamda kentlerin de değişimi olasıdır. Her dönemin birbirinde farklı ekonomik ve politik, sosyo-kültürel ve teknolojik süreçleri bu dönüşümün biçimini belirleyebilmektedir. 1950 yıllarından günümüze kadar yaşanan süreçte kentlerde hızlı nüfus artışı görülmektedir. Hızlı nüfus artışı kentleşme ile ilgili sorunları beraberinde getirmiştir diyebiliriz. Bu sorunları, yoksulluk, dengesiz güç dağılımı ( alt-orta ve üst tabakaların ortaya çıkışı) , mekânları yetersizliği, tarihi ve doğal değerlerin tahrip edilmesi gibi sıralayabiliriz. Ek olarak ulaşım ve iletişim teknolojilerinin değişimi kentlerin yeniden düzenlenmesini gerekli kılabilir. İstanbul bu bahsi geçen durumu, kentsel devinim halini hızlıca yaşamıştır2. 1980 yılından günümüze şehir küreselleşme, liberal ekonomi, hızlı kentleşme ve teknolojik ilerlemeler dâhil olmak üzere dönüşümün karmaşık etkisiyle yönlendirilmiştir.(Keyder,1999) Kentsel değişimlerin günümüzde de iktidar eli ile sağlandığı gözlemlenebilir.
   Günümüzde ‘küresel kapital’in etkin rol oynadığı kent ortamında, bireylerin kafa karışıklığı anlaşılabilir bir durumdur. Kentin kent olmakla, kentlinin kentli olmakla ilgili sorunsalları mevcuttur. Adorno ve Horkheimer’a göre, “ Toplumun, baştan beri insanların maddi yapısında, Halit-i ruhiye sinde sözünü geçirmiş, ekonomi tarafından belirlenen yönü, bireylerin, bağımsız varoluş donanımı anlamında faaliyet gösteren organlarını köreltmektedir3.” Bireyin kendi olmakla ilgili vasıfları körleşebilmektedir. Özne olan birey kendi özünü yitirebilmekte veya özüyle ilgili şüpheye düşebilmektedir. Hissedilen bu boşluğu doldurmaya çalışan, karmaşa içersinde varlığını sürdüren birey “yüce” kavramını var edebilir.  Bu makalede yüce kavramı olarak tarihsel olan ele alınmaya çalışılacaktır. Türk toplumunun yüceltilmiş değeri olarak tarihsel olan vardır ve iktidar –egemen yapı- kendi erkleri doğrultusunda yüce olanı kullanmaktan kaçınmayacaktır.

   İktidarın Boyunduruğunda Tarihi Değere Sahip Olan Mimari Ürün:

   Tarihten gelen ve/veya tarihi bir şekilde içine barındıran iyi ve güze ola gelmiştir ve günümüzde Türk toplumunda bu kabulün geçerliliğini sürdürdüğü söylenebilir. Geçmişe özlem duyma her bireyin sahip olduğudur, yalnız her bireyin kendine özgü deneyim edindiği bir geçmiş kavramı vardır, bu nedenle özlem duyulan geçmiş her kişide farklılık gösterebilmektedir. Özlem duyulan geçmiş bağlamından koparılıp, koşullarından bağımsız özgün değerinden uzaklaştırılmış bir şekilde yeniden yaratım ile zihinlerde ideal olan haline getirilebilmektedir. İdealize edilmeye layık olanı ideolojik koşullanmalar her bireyin zihninde birbirinden farklı kılabilmektedir. Her iktidar kendi ideolojik koşullanmalara sahiptir ve bu yönüyle toplumun bir kısmı -muhalefet-  ile muhakkak tezatlık içerisinde olacaktır. İktidar olan kendi ideolojisi doğrultusunda tarihsel olana sahip çıkacak ve yüceltecektir diyebiliriz. “Sadece yüceltme ve idealizasyona konu ettikleri dönem eğilimler farklıdır.” (Tanyeli,2011) Yüceltilen bir değerin – tarihten parlak bir dönemi ve/veya fikri alma- her daim hali hazırda bekletildiği söylenebilir. Mimari yapılar güç gösterisi temsilleri olarak iktidar tarafından birçok dönemde kullanıla gelmiştir. Kapital dünyada süre gelmişin aksi gözlenmez, mimari yapılar egemen yapıların güç temsili ürünleri olarak sistemde yerlerini alırlar. Tarihsel yapılar geçmişte var olanı bir şekilde işaret ederler. Üzerlerinde geçmişin izlerini taşırlar. Taşıdıkları izler imgeler oluşturur. Bugün var oldukları şekilde algılanmazlar, onlara başka anlamlar yüklenir. Bu anlamlar korunur ve yaşatılmaya çalışılır. “Hatıralar kimsenin bizden alamayacağı tek mülkümüzdür” diye söyler Jean Paul. Uğur Tanyeli’nin ifadesine göre; 
“ Tarihselcilik, yüceltilmiş ve ‘parlatılmış’ bir tarih döneminin (veya dönemlerinin) ardılı olduğuna inanan ve bunu mimarlıkla ifade etmek isteyenlerin yönelimidir. Bu parlatma ve yüceltme sayesinde varlık kazanır ve sonuçta hedefi olan dönemin bir kez daha parlatılıp yüceltilmesini sağlar. Özetle, nasıl bir tarihselci mimarlık ortaya konulabileceği, tarihselci mimarlık yapanların nasıl bir tarihe sahip olduklarına inandıklarına bağlıdır. Örneğin onlar geçmişte kültürel ve askeri başarılar, hegemonik iktidarlar, disiplinli, her türlü belirsizlikten arındırılmış bir tarih yaşadıklarına inanıyorlarsa, öyle bir tarihsellik düşlerler, öyle bir tarihselci mimarlık yaparlar. Çünkü aynen öyle bir bugün düşlemektedirler. Tarih özlenen bir geçmişi anlatır ve o sayede yeni bir bugün tarif ederken, tarihselci mimarlık da onu üç boyutlu bir gerçekliğe kavuşturur.4
   Taksim meydanı; yaya kullanımın daha etkin olduğu, araç kirliliğinden kurtarılmış bir meydan haline dönüştürme projesi olarak karşımıza çıkar. Taksim Yaya Trafiği Projesi olarak adlandırılır ve Topçu Kışlası'nın yeniden yapımı fikrini ileri sürer. Amacına aykırı olarak Topçu Kışlasının yeniden yapımının yayalaştırma adına yanlış bir karar olduğu, devasa bir kütle olarak meydanda bir bariyer oluşturacağı, kullanımı tüketim kültürüne katkı yapmaktan daha öteye gidemeyeceği tartışmaları içerisinde, akıbetinin ne olacağına dair muğlâklığı koruyarak, bir gerçek olarak varlığını sürdürmektedir. Genel çerçevesi ile Taksim (Topçu) Kışlası’nın durumu bu şekilde ifadelendirilebilir. Diğer yönüyle problematik bir durum olarak gördüğümüz Taksim Kışlası değerlendirilecek olunursa; Taksim Meydanı birçok anlamın yüklendiği bir kentsel mekân konumundadır. Kentsel belleğin güçlü olduğu böyle bir kamusal alanda yapılacak olan her müdahale anlamlar doğuracaktır ve imgeler kentsel belleğe aktarılacaktır. Bu özelliğinde dolayı kamusal alan olarak kent belleğinde önemli yere sahip olabilmektedir. Kentsel mekânlar üzerinden anlamların –imgelerin- üretilip dolaşıma sürülmesi, bu anlamların sorgulanma hakkını doğurabilmektedir. Birçok hafızada yer eden olayın vuku bulduğu kent belleği olarak Taksim Meydanı’nda hangi anlamın öne çıkarılabileceği ya da geçmişten bir anlamın alınma gereğinin var olup olmadığı tartışılabilmektedir. Bireyden bireye özlem duyulan, yüceltilen geçmiş ‘parlatılmış dönem’ in değişiklik gösterebildiği üzerine durmuştuk. 1940 yılında Henri Proust’un imar planında ön gördüğü şehre boşluk açmak –yeşil koridor- amaçlı Topçu Kışlası’nın yıkımı , ‘kültür mirası’ kavram eksikliğimizden kaynaklandığını savunan taraflar var olabilmektedir. 17.yy sonlarında yapılan dönemin üstün kültürünü yansıtan yapı, kültür mirası kavramı yaratılarak, sınırları çizili olabilen değer sınıflandırma içerisine dâhil edilebilmektedir6.  Bunun yanı sıra Henri Praust’un ön gördüğü imar planının, yeni Türk Cumhuriyeti’nin yeni şehir yüzünü yansıtan, kentsel müdahale olduğunu savunanlarda olabilmektedir. Modern kentin modern meydanlara ihtiyacı olduğu önerisini getiren kentsel öngörünün-Proust’un yeşil koridoru ve İnönü Meydanı- korunması gerekliliği, modern tarihselciliği yapılabilmektedir.7Anlamların yarışa çıkarıldığı, günümüz koşullarından bağımsız geçmiş bazı dönemler üzerinden anlam düelloları yapılabilmektedir. İlk milli maçın yapıldığı stadyum mu yaşamalı, İnönü Parkı mı? 31 Mart olayına tanıklık etmiş, topçu taliminin yapıldığı meydan mı var olmalı?  Tarihin tozlu sayfalarında yaşamaya çalışanlar bu gibi sorular üretmeye devam edecektir, bırakalım sorularıyla bugünden yoksun parlak tarihleriyle yaşamaya devam ede dursunlar.

Bireyin Zihninde ‘Yüce’ Kavramı Olarak Tarihsel Olan:

   Kant’a göre yücelik, doğa karşısında hissetmemiz gereken bir şeydir. Buradan doğanın kendisinin yüce olması gerekliliği çıkarılabilmektedir. Kant, doğanın yüceliği ışığında gerçekleşen bir ben imgesinden bahseder ve bu ben imgesinin doğa ile uzlaşma içerisinde olduğunu belirtir. Yüce bir vaattir. Güzelliğin verdiği vaatten çok daha gerçek, çok daha etkili olan bir vaattir. Adorna’ya göre, yüce kendisi kurtuluş olmasa da kurtuluşun çok yakın olduğu beklentisinin sürekli etkinliğidir. Umudun varlığının korunması, bir kurtuluş olduğunu benimsemek ve bu hali yaşamaktır, yücelik. Gerçek yaşamın varlığının, koşularının terk edilmesini reddeder. Yüce Hıristiyan değildir. Düşkün bir öznellikten bahsetmez. Buradan çıkarımla nostaljik olduğu da söylenemez, bir kez var olduğunu kurguladığı şeyi tekrar canlandırma peşinde değildir. Yüce alegorikte değildir. Bu zamanda var oluşunu ölmüş-yok olmuş- başka bir şey üzerinden konumlandırmaz. Yüce aksine doğanın taklitçi -mimetik- , kestirimci bir üründür. İnsan doğasıdır yüce ya da toplumsal doğadır8. Birey kendine bir yetkinlik, ulaşılması zor olan belirler. İnsan merak duygusuyla doğar ve merak sorgulamayı getirir. Varlık amacı sorgulanır ve ulaşılmak istenen, değer yargıları belirler. Yüce bir şeye sığınmak ve ya tutunmak ister, bir amaç edinir. Yüce olanı yaratır ve bu yaratımını dokunulmaz kılar. İyiye ve güzele ulaşma, yüce olana sahip çıkma ile sağlanır.

   Türk toplumunda yüce olan ise eskiliği, yaşanmışlığı ile paraleldir denilebilir. Eski olan, koşullarından bağımsız, sadece zamanın kattığı değerle yüce olabilmektedir. Uğur Tanyeli’nin deyimiyle; “Türkiye’de mimari anlamıyla tarihsellik ‘hakiki’ bir durum değil, bir temsildir. Ama asıl önemlisi, binanın bir niteliği de değildir. Bina tarihselliği var etmez ki… Tarihsellik hiç bir bina ortada kalmasa da hep var olmakta devam eder! Tarih, ulusumuzda, bizde içkindir. Mimarlık ürünüyse tarihi görselleştirir. Onu görselleştirmek için vardır. Dolayısıyla, kendi başına bir değer taşımaz; tarihte mevcut olduğuna inanılan yüce değerleri ‘gösterir’, temsil eder. O bir görüntüdür yalnızca. Değerli olansa ‘tarihimiz’dir,yüce geçmişimizdir. Tarihsel binalar onun ilan tahtalarıdır.” Misal büyüklerin sözü her zaman dinlenmelidir, zamanın onlara kattığı değerler vardır, alınacak dersler. Büyük sözünün her daim dinlenmesi gerekliliği ile beslenmiş bireyler, büyüklerin yaptıkları hakkında ki yargıları da aynı olacaktır. Misal Mimar Sinan eserleri dokunulmazdır ve yücedir. Doğruluğu tartışma kabul etmez hal alabilmektedir. Ve tekrarlarının üretilmesinde sakınca görmek düşlenemez olabilmektedir. Bilindiği üzere Mimar Sinan camileri benzeri camiler yapılarak yüceliği sürdürülür. Yüce değer olarak yaşatılmaya çalışılabilmektedir, zamanının koşullarından koparılarak, giydirilen yüce kavramı doğrultusunda gerçekleşebilmektedir bu durum. “Her şeyden önce, Süleymaniye geçmişe ait bir veri olarak, yani özgül tarihselliği bağlamında yer tutmaz. Süleymaniye’nin belirli bir dönemde, belirli koşullar altında neden, nasıl inşa edildiği, onu ortaya koymayı sağlayan zihniyet yapıları ve/veya ekonomik, siyasal, toplumsal arka planı sorgulanmaz. Yapı, kendi tarihselciliğinin bilincinde bir özne tarafından yorumlanmaz da…9(Tanyeli,2011)
Selçuklu bezemeleriyle dolu tip proje olarak gerçekleştirilen eğitim yapıları benimsenebilmekte, birey tarafından içselleştirilebilmektedir. Selçuklu eğitimi hakkında fikir sahibi olmayan birey, imge olarak yeniden üretilen görsel bir Selçuklu resmini güzel olarak addedebilmektedir ve yüceltebilmektedir.
Sonuç:

  Modern zamanın kaçınılmaz sonucu olarak kentler yaşam alanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Kentsel mekânların biçimleniş ve kimlik kazanım sürecinde birçok değişken yer almaktadır. Bunlar, sosyo-kültürel ve politik etmenler olarak sıralanabilir. İktidarın –egemen yapının- bu sürecin biçimlenişinde etkin rol üstlendiği söylenebilir. İktidarın sahip olduğu ideolojik koşullanmalar kentsel mekân örgütlenmelerinin ne doğrultuda olacağını belirlediği söylenebilir. İktidar güç kazandırır ve bu kazanımın egemen yapı tarafından kendi erkleri doğrultusunda kullanıldığını gözlemleyebiliriz.
   İnşa edildiği dönemin gerektirdiği işlevleri barındıran bir yapı olarak Taksim (Topçu) Kışlası bugün günümüz ortamına öneri olarak sunulamaz. Taksim meydanına günümüzde bir ordu binası konumlandırılamayacağı tahmin edilebilir. Ancak tarihi görselleştiren bir temsil olarak varlık kazanabilir. Temsil olarak içinde barındıracağı işlev, kapital dünyanın gerekli kıldığı olmaktan öteye gidemeyeceği söylenebilir. Sistemin bir çarkı olarak kültür endüstrisinde yerini alması beklenir ve egemen yapının isteğinin bu doğrultuda olduğu açıkça söylenebilir.
Eğlence kültürüne hizmet eden, AVM’ler, yeme içme yerleri olarak kitlenin kullanımına sunulacağı söylenebilir. İktidarın –egemen yapın-  rant sağlama amacı güttüğü açıkça gözlemlenebilir. Politik tarafların umulanın dışında dürüst bir tavır takınması beklenmez. Bu nedenle asıl amacı gizleme gereksinimi duyması olağanlaşır. Toplumda görülen tarihsel olana karşı duyulan özlem, sorgulamadan tarihseli sevme ve benimseme hatta yüceltme durumu; gösterilmek istenmeyeni maskelemek için ideal bir koz olarak kullanılabilmektedir egemen yapı tarafından. Toplum gösterilmek isteneni görecektir, çünkü görmeyi istediği şey nostaljik olandır. Özlem duyduğu ve tutunmak istediğidir.


6.Yılmaz Ergüvenç, Kenthaber, 11 Şubat 2010 köşe yazısı Taksim Kışlası değerlendirmesi. “Kışlanın iç avlusunda Taksim Stadı vardı. Şimdi yerinde Taksim Parkı (o zamanki adı ile İnönü Gezisi) bulunuyor. Kışlanın yıkım gerekçesi meydanı büyütmek değildi; çünkü kışla, bu günkü meydanın kenarında kalıyordu. Peki, gerekçe neydi? Gerekçe, yeşil kuşağı ‘2 numaralı park’ adı ile Taksim’den başlatıp Dolmabahçe’ye kadar indirme amacını güden ‘Prost İmar Planı’ uygulaması idi. Aslında ana neden, o dönemde mimarlık, tarih ve arkeoloji konularında değer bilmezliğimiz, yani ‘kültür mirası’ kavramından yoksunluğumuzdu.”
7.Oktay Ekinci, Taksim Kışlası ve Emirgan Örneği, Cumhuriyet gazetesindeki yazısından alıntı;Nitekim "Kışlanın yerinde çağdaş kent kültürünü simgeleyen Taksim Gezisi, 1940 planında meydanı Dolmabahçe'ye bağlayan yeşil koridorunun başlangıcı olarak cumhuriyetin ilk şehircilik kararlarındandır..." diyenler seslerini pek duyuramadılar. Böylece "Camili Taksim Kışlası" ancak laikliği koruma hassasiyetiyle engellenebilirken, gezinin de bir "cumhuriyet mirası" olarak yaşatılması gerektiği medyada yeterince vurgulanamadı...

Kaynaklar:

×          1. David Harvey,’ The State’ , Paris, Capital Of Modernity, Routledge,2003,S.218
×          2. Hülya Turgut Yılız, Göksenin İnalhan, İstanbul’da Kültürel Ve Mekansal Dinamikler: Konut Ve Çevresine İlişkintercihler Ve Beklentiler,Kent Kültür Ve Konut Bildir Kitabı,2007,S.32
×          3. Theodor W. Adorno and Max Horkheimer,a.g.e.,S.105
×          4. Uğur Tanyeli, Rüya İnşa İtiraz -Mimari Eleştiri Metinleri, Boyut Yayınevi(2011),s.111
×          5. Oktay Ekinci,Taksim Kışlası Ve Emirgan Örneği,Cumhuriyet Gazetesi, http://www.arkitera.com/haber/index/detay/taksim-kislasi-ve-emirg%C3%A2n-ornegi/6678 , 15 Mayıs 2012
×          8.  Tom Huhn, Kant Adorno Ve Estetiğin Toplumsal Geçişsizliği,       http://www.ykykultur.com.tr/dergi/?makale=177&id=29 ( 16 Mayıs 2012 alınmıştır), Cogito, Adorno: Kitle Melankoli Felsefe, sayı:36,2003
×          9. Uğur Tanyeli, Rüya İnşa İtiraz -Mimari Eleştiri Metinleri, Boyut Yayınevi(2011),s.95
         


rol model 'mimarlar'


Mimarlık tarihinin aktörler üzerinden yeniden yazımı, tarih yazımı hakkında yeni bir soluk olarak görülebilir. Tarih yazımları genellikle gücün kontrolü altında, denetimli kurgular olabilmektedir. Ve bu tarihin birçok döneminde görüle gelendir. Modern dünyada birey olma durumu ve /veya çabası tarihinde bireysellik (aktörler) üzerinden yazımını akla getirebilir. Tarih yazımının bireyler üzerinden kurgulanmasının haklı yanlarının varlığı –etkin olduğunun söylenebilmesi- mümkün olabilir, hatta yazıda da görüldüğü üzere, iki aktör kıyası ile anlatılan mevcut geçmiş durum, bir anlatım olarak gayet etkili olabilmektedir.

Entelektüel üretim ise, modernizmin arkasındaki itici güç olan kapitalizmden ayrı düşünülemez. Kapitalizmin, kültürü bir “endüstri” haline getirmesi ve kültürü de diğer üretimler gibi seri üretime sokması, bunun içinde bir standartlar (klişeler) sistemi belirlemesi, (Adorno & Horkheimer, 2010) bireyi önce bu klişeleri kabule sonra da ekonomik (ve entelektüel) süreklilik için bu kabullerin arasından farklılaşma yaratarak sıyrılmasına ve “ fark edilmesine” varan gerilimli bir ilişkinin içine sokuyor.

Böyle bir ilişkiler sisteminin var olduğu günümüz ortamında, birey olmanın zorluğu, hatta birey olma bir yönlendirilmiş durum olarak kabul görürken, bireyler üzerinden tarih yazımının ne kadar yansız bir durum olabileceği sorusunun sorulması gerekli hal alabilmektedir.
İnsan olarak, roller üzerinden hayatımızı kurgularız. Çocukların ilk rol modelleri aileleridir. Yeni nesil mimarlar olarak, bir aile metaforu üzerinden,rol modeller belirlemek,mimarlık yapabilme,mimarlık üzerine düşünme adına bir seçim olabilir. Rol modellerin seçimi doğruluğunun üzerine kafa yormak gerekebilir. Turgut Cansever yazı da vurgulandığı üzere, söylem ve etkin mimarlığı birbiriyle çelişmeyen, yaptığıyla söylediğinin tutarlılığı açıkça görülebilen kişinin, Sedad Hakkı gibi söylem ve pratikte çelişik durumlar içerisinde yer alan bir mimara göre daha haklı ve örnek alınması gereken gibi görülebilir.  Diğer yönden söylemle yapılanın tutarlı olması gerekliliği, kuramın bir bütün olarak mı düşünülmesi tartışılabilir.

Zamansız bir öncü olarak atfedilen Turgut Cansever; Türkiye ortamında anlaşılabilmesi  zamanını bulabilmesinin mümkünlüğü nedir sorusunu somak isterim. Günümüz ve ya gelecek mi?



*bunlar yazı yazma çabasıdır,mazur görün lütfen...

turtles can fly



Nacizane mimarlık eğitimi almış bir kişi olarak,
gördüğüm her durumu mimari mekan kavramı üzerinden değerlendirme potansiyelim
günlük rutin haline dönüşebilmektedir. Devrik cümlenin alası , hülasa _ bir mülteci kampı görsem...
Misal ya, oralar da mekan olarak tasavvur edilebilir mi ?
Hani istemsiz davranışım, hangi soruları sorar kendine?
Yoksa dimağı mı tutulur insanın görülen manzara karşısın da? 

En asgari şartların eksik olduğu yer-e- mekan demek mümkün mü?
Yoksa, ademoğlu bulur mu bir yolunu ,tüm olanaksızlıkların içerisinden , bir aidiyetlik duygusu...

Belli ki bulamaz ve bırakır kendini boşluğa...







14 Aralık 2012 Cuma

DESEN...




Türk Halı Deseni

           Meksika’da bir konut cephesi

TEKNOLOJİ DEĞİŞİYOR,TOPLUMLAR DEĞİŞİR VE EBEDİ OLAN FORM SÜREKLİ KENDİNİ YENİLER,BİZE YENİ KARAKTERLER VERİR.
ASIL ÖZ (DEĞİŞMEYEN ÖZ) EBEDİ DOĞRU PARÇASININ DIŞAVURUMUDUR.
STİL OLARAK BİLDİĞİMİZ ÖZ KARAKTERİN GEÇİCİ PARÇASIDIR.

THE MORPHOLOGY OF LİVİNG ARCHİTECTURE /  CHRISTOPHER ALEXANDER





31 Ekim 2012 Çarşamba

Müzik Anlatısı


 














Michel Gondry diya bir adam varmış,
Klipler yapıyor ama enteresan bir beyni varmış

Deep Note: Funda Uz ,Mimari Anlatılar dersinden...

30 Ekim 2012 Salı

'lavta' nedir?

                             
                                                   





lavta çalan kadın,Andrea Solario

...aynanın gösterişli çerçevesi , lavta, kadının
kırmızı giysisi ve gri, kahverengi,beyaz ya da
gök mavisi büyük arka plan parçaları- ortaya
çıktıktan sonra yapbozun çözümü bütün mantıklı
kombinasyonların sırasıyla denenmesine kalacaktır.

g.perec;yaşam kullanma kılavuzu , s:15

17 Ekim 2012 Çarşamba

Merdivenler

   Evet,burada,böyle başlayacaktı. Biraz ağır ve yavaş biçimde, herkese ait olan ve hiç kimseye ait olmayan, insanların neredeyse birbirlerini hiç görmeden karşılaştıkları bu renksiz,tatsız tuzsuz yerde,bina yaşamının uzak ve düzenli biçimde yansıdığı yerde başlayacaktı. Dairelerin ağır kapılarının arkasında olup bitenlerden algılayabilenler, çoğu zaman "ortak bölümler" adı verilen bu yerde geçen çatlak yankılar,kırıntılar,kalıntılar,taslaklar,başlangıçlardır yalnızca;eski kırmızı halının boğduğu bu hafif gürültüler, her zaman sahanlıkta kalan ortak yaşam embriyolarıdır. Aynı binanın sakinleri birbirlerinden birkaç santimetre uzaklıkta yaşamaktadırlar,basit bir bölme ayırmaktadır onları,katlar boyunca yinelenen aynı uzamları paylaşmaktadırlar,aynı zamanda aynı hareketleri yaparlar,musluğu açmak,sifonu çekmek,ışığı yakmak,masayı koymak,kattan kata ve binadan binaya eşzamanlı olarak yankılanan birkaç düzine yaşam...

  Yaşam Kullanma Kılavuzu, Georges Perec, imge kitabevi, s: 19

Deep Note: Merdiven demişken, merdiven çizmeyi öğrendiğimiz bu kitabı es geçmek içime sinmezdi.

18 Eylül 2012 Salı

"Peki Şimdi Nereye?"

Sıradanın dışında farklı tadlara sahip filmler çıkıyor önüme,
bilemiyorum belki algı değişimi yaşadım.
Farkına varamadığım şeyleri görüyorum veyahut 2000 li yıllar farklı bakışları getirdi.
Nadine Labaki denen hatun kişi, çok güzel bir insan.
Ayrıca yönetmen ve oyuncu bayılırım çok yönlü bayanlara.
"Peki Şimdi Nereye?" adlı filmini izledim, orijinal dilinde izlemek makbul tabi.
(almanca orijinal olanı değil- küçük uyarı)
Orijinal kelimesinin Türkçesi ne acaba, özgün olsa gerek :) Bu da bana küçük not.
Filmin 'özgün' ismini söylemeden geçmeyelim. "Et maintenant on va ou?"






O zaman soralım bizde kendimize, Peki şimdi nereye?
Cevap veremeyenlerden misiniz, üzülmeyin kararsızlık o kadar da kötü bir şey değil.
Kararsız yaşamak her türlü umudu saklı tutmak, bir umudumu dahi harcayamamak karar vererek.

10 Eylül 2012 Pazartesi

makineleştirildik ve ruhumuzu kaybettik


trrrrum, 

trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!

beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu!
her dinamoyu
altıma almak için çıldırıyorum!
tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,
damarlarımda kovalıyor
oto-direzinler lokomotifleri!

trrrrum,
trrrrum,
trak tiki tak
makinalaşmak istiyorum!

mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!

trrrrum
trrrrum
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!


'Nazim Hikmet,1923'
Deep Note: http://butdoesitfloat.com/I-prefer-drawing-to-talking-Drawing-is-faster-and-leaves-less-room başka site linki hiç vermek istemezdim ama çok güzel yazılar ve fotoğraflar var,mahrum bırakmak istemedi diğer yanım.



22 Ağustos 2012 Çarşamba

Renkli Filmler

Renkleri sevmeye başladığımdan beri
canlı renkleri barındıran filmler izliyorum...
Tabii ki bir İngiliz ve ya Alman filmi olamıyorlar
çünkü onlar soğuk...
Griyi severim o başka,genetiğimde kodlu,
renksiz filmlere karşı bir tutumum da yok,belirtmek isterim.
Ki ayıran benim filmleri renkli ve renksiz diye nasıl bir sınıflama ise.
(bir otorite olmadığımı vurgulamak isterim,ki otoriteden haz etmem.)
Velhasıl kelam renk denilince duygusal bilincimde anlamı kök boyasına denk düşüyor.
Ülke olarak ise Fas,Hindistan...
TRISHNA
Thomas Hardy'nin romanından uyarlama.
İngiliz romancının Tess of the d'Urbervilles / Kaybolan Mahsumiyet kitabından.
Bu arada kendileri mimarmış ama roman yazmada daha etkili olmuş.
Film hakkında yorum yapmak istemiyorum zira tek güzel olan renkler,
gerisi insan,kent (sizlik), para (sızlık), vicdan (sızlık)...




7 Temmuz 2012 Cumartesi

imar planının getirisi(!),yan (sağır) cepheler


Buenos Aires kontrolsüz ve çarpık bir şekilde büyüyor.
 Terk edilmiş bir ülkenin aşırı kalabalık şehri.
 Bu şehirde binlerce bina gökyüzüne doğru yükseliyor.
 Gelişigüzelce.
Uzun bir binanın yanında, kısa bir bina.
 Orantılı olanın yanında, orantısız.
 Fransız tarzının yanında ise tarz yoksunu bir bina.
 Bu çarpıklıklar muhtemelen mükemmel bir şekilde bizi temsil etmekte.
 Estetik ve ahlâki çarpıklıklarımızı.
Hiçbir mantığı olmayan bu binalar, kötü planlamanın eseri.
Tıpkı hayatlarımız gibi:
 Nasıl yaşamak istediğimize dair hiçbir fikrimiz yok.
Buenos Aires, sanki bir mola yeriymiş gibi yaşıyoruz.
 Bir "kiracı kültürü" yaratmışız.
 Binalar daha küçük binalara yer açmak için giderek küçülüyorlar.
 Evler oda sayılarına göre ölçülüyor...
 ...ve balkonu, oyun odası,...
...hizmetçi odası ve kileri olan 5 odalılarla,...
 ..."ayakkabı kutusu" olarak bilinen
tek odalılar arasında değişiyor.
 İnsan eli değen her şey gibi, binalar da bizi birbirimizden ayırıyor.
 Bir ön giriş, bir de arka giriş var.
Ferah ve basık evler var.
 Seçkin insanlar A ya da bazen de B blokta oturuyorlar.
Harfler ilerledikçe,apartman kötüleşiyor.
Vaat edilen manzara ve ışık nadiren gerçekle örtüşüyor.
Nehrine sırtını dönen bir şehirden zaten ne beklenebilir ki?
Ayrılıkların, boşanmaların,...
...aile içi şiddetin, kablolu kanal sayısındaki patlamanın,...
...iletişim eksikliğinin,umursamazlığın,...
...uyuşukluğun, depresyonun,intiharların,...
...asabiyetin, panik atakların,obezitenin, gerginliğin,...
...güvensizliğin, melankolinin,stres ve hareketsiz yaşam tarzının...
...mimar ve mühendislerin suçu olduğundan adım gibi eminim.

Deep Note: Türkçe alt yazılı bulamadığım için alt yazısını metin olarak yazdım,afiyet olsun.
Çarpık yaşamımızın sorumluları mimarlar...


25 Haziran 2012 Pazartesi

tengri-blue heavans, yolculuklar zorludur

 
                                                   gel zaman git zaman
                                                   zamanın gelişi nedir muamma
                                                   giden zamanlar hepimizin bildiği,
                                                   zaman yolculuktur...
                                                   yolculuklar zor ise zaman zorlu bir durumdur
                                                   gel zaman git zaman
                                                   zamanının dolmasını bekleyenler
                                                   yolculuğun ne getireceğini bilmezler
                                                   bilmeme iyidir,güzeldir
     
tengri-mavi cennet
cengiz aymatov öyküyü yazandır







  

11 Haziran 2012 Pazartesi

PEKİN EVİ

"...O zaman şehir gridi bu aksa paralel ve dik yollardan oluşuyordu. Yine de uzakdoğu erdeminin sonucu olarak bu insanlar biraz da kendi istediklerini yapsınlar diye, bu grid içerisinde parseller meydana getiriliyordu. Bir, bir buçuk, iki metre yüksekliğinde beyaza boyalı duvarlarla bahçeler yapılıyordu. Bu bahçeler içerisinde herkes kendi evini inşa ediyordu. Ama bunlar yine de imparatorun iradesi altında -insanlar arasında- ki münasebetleri de düzenlediği gibi- yapılıyordu.Yaşama tarzı da bazı standartlara bağlanıyordu. Kapıdan içeri girildiği zaman bahçenin görülmesi istenmediği için sokak cephesinin ortasında bulunan kapıdan girince bir paravanla karşılaşılıyordu. Paravanın bir tarafından inilerek bir orta bahçeye giriliyor, bahçenin iki tarafında iki pavyon -genellikle yatak odaları- karşıda da misafirlerin kabul edildiği esas yapı bulunuyordu.Yatak odalarının bulunduğu kısım daha dar ,daha küçük,dolayısıyla çatıları daha alçaktı. Karşı taraftaki daha geniş,daha büyük bir yaşama alanı,misafirlerin kabul edildiği yer daha yüksek oluyordu. Bütün Pekin evleri, bir büyük,iki küçük evin çatılarının ağaçlarla bütünleşmesinden oluşuyordu. İçinden baktığımız zaman, beyaz duvarların üzerinde bazen sarı,bazen mavi sırlı, bazen siyah kiremitli duvar görüntüsüyle karşılaşıyordunuz. Evlerin damları da siyahtı. Fakat mahyalarında sarı, turkuaz ve yine siyah kiremitle çatılar tamamlanıyor, adeta tezyin ediliyordu."
*Kubbeyi Yere Koymamak,Turgut Cansever,sy.19-20

7 Haziran 2012 Perşembe

okumak vol.1

okumak zor iştir arkadaş
hani başlarsın bir sayfa iki sayfa...bir türlü 56 sayfa geçilemez,
bütün kitaplarımın ellinci sayfalarında ayraçlar
öyle kütüphanede yerlerini almaktalar.

hiçbir şeyin sonunu görmek nasip olmuyor ise demek ki,
hani suçlu aramaya kalkmakta saçma.

6 Haziran 2012 Çarşamba

cengiz han

bütün insanlık tarihinde iki temel yaklaşım var.ebedilik peşinde koşan firavunlar biçimleriyle, yapı teknikleriyle ebediyen orada kalacak yapılar tasavvur ediyorlar. cengiz han ise şehirleri yıkıyor. cengiz han ve oğullarının şehirleri yıkmasının, statik ne varsa hepsini yok etmeye çalışmasının sebebi, donmuş bir dünyanın insanlara ve başka nesillere hükmetmeyip onları esir alması manasına geldiğini düşünmeleridir.
turgut cansever,kubbeyi yere koymamak,s.17

29 Mayıs 2012 Salı

fiziksel olanın dışında ev

 “İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar.
  İrili ufaklı, birbirinden farklı,
  Ahşap evler, kagir evler yaptılar.
  Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,
  Evlerin içi devir devir değişti
  Evlerin dışı pencere, duvar.”
                                 
Behçet Necatigil              

   Ev kavramı her zihinde aynı anlamı taşımaz. Zamana bağlıdır, geçmiş ile günümüz ev kavramları arasında farklar vardır ve gelecekte ki anlamlar da farklı olacaktır. Sadece zamanın farklılaştırdığı bir kavram olarak evin görülmesi yanlış olabilir.Evin gerçek anlamını bulması birçok etkene bağlıdır; mekânsal ve sosyo-kültürel özellikler bu etkenlerdendir. Ev, en basit anlamıyla, “yalnız bir ailenin oturabileceği biçimde yapılmış yapı”, barınma işlevini sağlayan bina olmaktan daha fazlasıdır.
Yüzyıllar yılı ev fiziksel özellikleri bakımından bir çok farklılık sahibi olmuşlardır. Mağaralar ev olarak kullanılabilmiştir. Bir yere bağımlı korunaklı,doğanın sunduğu mekanlar olabilmektedir. Kullanımları yüzyıllarca sürmüş ve hala görülebilmektedir. Kapadokya evleri, Fas evleri gibi Kuzey Afrika ülkelerinde benzer konutlarda insanlar hala yaşayabilmektedir. Çadırlar, belli bir yere uzun süre bağımlı olmayan,yer değiştirilebilen evler olarak yüzyıllardır kullanılmaktadır. Yerden metrelerce yüksekliğe sahip, akıllı binalarda yer alan bölümler olarak da varlık gösterebilmektedir ev,teknoloji ile iç içe fiziksel olarak aşırı korunaklı. Ev, bir kaçış noktası olarak, bireyin kendini zamandan ,koşullardan soyutlayabildiği mekanlar olarak düşünüldüğünde, fiziksel özellikler anlam barındırmayabilir. Her birey kendi olabildiği bir alanın varlığına ihtiyaç duyar ve onu kedileştirir. Fiziksel özellikler ise ortam koşullarının getirdikleridir.

Modern,modernlik,modernite…

  Modern,modernlik,modernite…Modern sözcüğünden türeyen tüm bu diğer modern kökenli kelimeler gibi; modern farklı,yabancı olan gibi algılanabilmektedir. O hep süre gelen batılı olma, batıdan ödünçlenme kavramlarının üretildiği bir ortamda, modern batıdan ödünçlenen olarak var olabilmektedir. modern, batılı olan olabilmekte ve batılı olan bizde içkin değildir. Zaten tam olarak da benimsenmek istenmez, çünkü batılı olan tam olarak iyi değildir ama iyi yanları -bilimsel alanlarda- çok olandır. bu nedenle bir bütün olarak alınması gerekmez, bütünden iyi olan kültür süzgecinden geçirilir , kalan yararlı olan daha iyi olabilme adına ödünçlenir.
   ”Kuşkusuz dolaylı bir biçimde, o güne kadar problem olmayan,dert edilmeyen ,farkına bile varılmayan kültürel gerçekliklerin sorunlaştırılması“,bir nevi öznenin yeniden inşa edilmesi olarak, Uğur Tanyeli modernlik tanımını yapar. kendini bulma, birey olarak farkındalık sahibi olabilme adına, durumun sorunsallaştırılması çabası olarak görülmesi gereken modernlik, var olduğumuz ortamda farklı olarak algılanabilmektedir. Birey kendini değil, ötekini sorgular-irdeler-, onun üzerinden yeni bir özne yapılandırmaya çalışır , bunun sonucu olarak inşa ettiği özneye-kendine- yabancılaşır . Yersiz, yurtsuz hale gelir.
   Moderleşme; modern olma çabasından öteye gidebilme olmalıdır. başkalaşma çabasından ziyade, kendi olma hali, bireyin kendini keşfi olmalıdır. Modern dünyanın gereklilikleri nedir, bizim sahip olduğumuz koşullar nelerdir ve ya sahip olmamız gerekenler ? Birey kendini sahip olduğu ortamda, var olan koşullar çerçevesinde tanımlayabilir ve problemleştirmesi gerekenleri keşfedebilir. Özgün olan sorunlarıyla uğraşır, giydirilen bir sorunlu olma halinden kurtulabilir gibi.

24 Mayıs 2012 Perşembe

kavramlar üzerinden düsünüyoruz

mimarlık ikinci sınıfta bildiğim ama gerilere attığım kelimeler
gelin bakalım ön taraflara...

arşitrav = baştaban : özellikle iyon ve korent sütun düzenlerinin
saçaklarının en alt öğesi.

karyatid: kadın heykeli biçiminde sütun.

megaron: miken saray vya da evlerinde ana kabul odası; ortasında
bir ocak bulunan, iki sütunlu bir giriş sundurmasının içinden girilen
dikdörtgen planlı oda.

pandandif = sarkan: kare bir plandan kubbenin dairesel kaidesine
geçmeyi sağlayan küresel üçgen, bingi; kapsamlı olarak ilk kez bizans
mimarisinde kullanıldı. bknz. ayasofya

ziggurat: birbirine rampalarla bağlanan katlardan meydana gelen
asur ya da babil tapınağı.

**mimarlığın öyküsü, leland m. roth , mercilerden bir demet...

5 Mayıs 2012 Cumartesi

20 Nisan 2012 Cuma

Renzo Piano 'Londra'

şehrin gözleri

etrafı saran umutsuzluk  bulutunu ardına bırakıp
başka kentlere gitmek güzeldir
hep derim yolculuklar beni hissizleştiriyor
hüznü hissetmenin reddi bir nevi...belki.

çıkılan yolculuktan bahsedelim o vakit
"londra" demek "metro" demek, valla.
ve benim için havaalanı
yanında güzel insanların olması şahane 
yani yoksa anlamsız zati
ben bile benden sıkılmışken bu günlerde

müzeler güzel be, binalar da güzel, soğuk belki
ama londra demek gri gökyüzü demek
kımızı telefon kulübelerinin güzelliği gride saklı

o zaman bu şarkı bana gelsin eda'dan...

2 Nisan 2012 Pazartesi

insan bunları neden görür?

turgut; apartmanların arka cephelerine baktıkça, yapıların neden iki ayrı cephesi olduğunu;neden, duvara dayanan kanepelerin arkasına kötü kumaş kaplamak gibi bu "modern" apartmanların da arka cephelerinin yüzsüz bir insan gibi anlamsız olduklarını ve üstlerine her zaman neden sarı badana vurulduğunu düşünürdü. "bitişik düzen " denen anlaşılmaz sistem , öteki iki cepheyi sadece "yan cephe" adı verilen ve görünmeyen bir varlıktan, bir deyimden ibaret bırakmıştı. Fakat, bütün bu soyut kavramlar arasında, anahtar denen somut nesneyle kolayca açılan -tabii apartmanın dış kapısı için aynı kolaylıktan bahsedilemezdi- bir kapının gerisinde, içinde yaşanan ve elle tutulabilen belirli hacimlerin varlığı inkar edilemezdi. dairenin içine girince de bazı küçük aksaklıklar... duşun tepenizden akmaması, sıcak suyun tam yıkanırken soğuması, mutfakta evyenin sık sık tıkanması, hamamböcekerinin alışkın hareketlerle bütün odalarda dolaşması gibi küçük ayrıntılar.
insan bunları neden görür?daha doğrusu neden bunlara takılır aklı?
basit: demek yürümeyen birşeyler var.
oğuz atay / tutunamayanlar syf;43-44 iletişim yayınları

15 Mart 2012 Perşembe

Ruhunu Seyre Dalan Prens



yolculuk filmleri güzeldir
hatta sadece yolculuk yapan adamın
bir saat boyunca filmini çekmek gibi bir düşüncem vardı
yani fikir bu..
sanırım kimilerine kendimi anlatamadım
yap da görelim-e geldi sonuç
ama düşlerseniz eğer; insanın düşünceli yüzü
bir saat izlenmeye değer, yani bakmayı anlamayı öğreniriz,kanımca.
zırvalayarak bu filmin güzelliğini azaltmak istemem
izleyin ve ruhunuzun yolculuğunun farkına varın



Peter Zumthor Mimarlığı Hakkında

Zumthor, “Atmosferler” kitabında nitelikli mimarlığın kendi için ne anlama geldiğini; nitelikli mimarlık ürünü onu deneyimleyen kişi ...