Bolt, B. (2015).Yeni Bir Bakışla
Heidegger (M. Özbank, Çev.).Kolektif Kitap, İstanbul.
Tekniğe Yönelik Sorgulama (1954) “Gestell”
(çerçeveleme) kavramı.
“Gestell’i dünyada neyi, nasıl düşündüğümüze
ve nasıl hareket ettiğimizin sınırlarını çizen ve olanaklar sunan bir yapı ya
da gereç olarak kavrayabiliriz.”s.12
Heidegger’in Dasein (dünya içinde varolan)
“Heidegger’in felsefe dünyasına yaptığı en
önemli katkı, insanın varoluşunu ya da varlığını, onun dünya ile ilişkisinden
heraketle çerçevelemeyi başarmış olmasıdır. Heidegger’in varlık felsefesinin
temelinde, insan varoluşunun, dünya-içinde-var-olmayı ve başkaları-ile-var-olmayı
içerdiği ve düşüncelerimizin ve davranışlarımızın dünyadaki ilişkilerimiz
tarafından şekillendirildiği düşüncesi yer alır.
Heidegger’e göre,zaten dünyada olduğumuz,
ona fırlatılmış ve onun ivmesiyle sürüklendiğimizden, dünyayı bu “objektif”
bakış açısıyla kavramamız mümkün değildir. Heidegger buna “fırlatılmışlığımız” (Geworfenheit) der. Dünya-içinde-varolmaya
ilişkin gündelik deneyimlerimiz, insan olarak varolmanın ne olduğunu anlamamızı
sağlar.”
Rene Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse
varım” Heidegger’e göre hiçbir zaman düşüncelerimizle yanlız kalmayız.
Varoluşumuz ile dünya-içinde-varolmamız arasında kopmaz bir bağ vardır.”
“Varoluşumuzu tanımlayan şey sadece
düşünceye indirgenemez,tam aksine onun, dünyaya karşı aldığımız tavrı ve
dünyadaki edimlerimizi de, yani hem diğer insanlarla hem de diğer “varlıklarla”
kurduğumuz ilişkileri ve onlarla nasıl etkileşim halinde olduğumuzu da
kapsaması gerekir. İnsan olmanın ne anlama geldiğini dünyaya objektif bir
şekilde bakarak değil, ancak şeylerle kurduğumuz bu ilişkilerle kavrarız.”
S.13-14
“Zira insan “dert” ettiği şeylere iyi bakar,
ihtimam gösterir ve Heidegger’e göre “dert” (Sorge) çok daha temel bir şeydir. Dert, “İnsan Dasien’ına
ömrü boyunca sahip olandır...Dünya-içinde-varolmanın varlıksal kalıbı derttir”.
Başka bir deyişle varlığımızın merkezinde dert vardır.”
“Heidegger’in insana bakışı dert etrafında döner:”Dert ediyorum, öyleyse varım.” Heidegger’e göre hayatımıza anlam
veren ve bize yön gösteren şey, kendimizi, başka insanları ve başka şeyleri
dert etmemiz, kendimiz ve onlar için endişelenmemizdir.”
“Dert etmek, insanın kendisinin,
başkalarının ve dünyadaki şeylerin sorumluluğunu alması demektir.”
“Heidegger “Dasien” terimini çok belirli bir
anlamda, insan varlığını tanımlamak için kullanır: “Da” şurada ve “Sein” da
olmak demektir, dolayısıyla “Da-sein”
“ Şurada-olan”dır. S.27
“Küreleşmenin her şeyi aynılaştıran etkisine
rağmen, Dasein’ın içinde yaşadığı tek bir dünya yoktur. Her birimiz, neye değer
verdiğimizi ve dünyada nasıl hareket ettiğimizi etkileyen ve birbiri ile
kesişen, çok sayıda farklı dünyalarda yaşarız.”s.28
“Heidegger’e göre, dünya-içinde-varolmakta
önemli olan, dünya hakkında ne bildiğimiz değil, dünya içinde nasıl
yaşayıp,nasıl hareket edeceğimizi bilmektir. Varoluşun içinde
dünya-içinde-varolmak vardır”.
“Heidegger’e göre insan varoluşunun
dramasına yön veren, dünya-içinde-varolmanın fırlattığı olanaklardır. Daha
doğduğumuz andan, yani dışarı atılıp, biz çığlıklar ve tekmeler atarken, bir
doktorun ya da ebenin bizi aldığı ve bizim kontrol edemediğimiz bir ortamda,
bize sorulmamış bir zamanda, bizi seçmediğimiz bir anneye teslim ettiği andan
itibaren, kendi irademiz dışında, geleceğe doğru fırlatılırız. Heidegger buna
Dasein’ın “fırlatılmışlığı”
(Geworfenheit) der.”S.29
“Heidegger halıhazırdaki yaşam koşullarımızı
ve gelecek imkanlarımızı hesaba katan bu etmenlerin bileşiminden oluşan
dizilime “olgusallık” adını verir.
Her birimiz farklı yaşam koşulları ile karşı karşıya kalır, kendi özgün
tepkilerimizi veririz.” S.30
“Calle (kendine iyi bak) kendi geçmişinden
fırlatılır. Dünya’nın ona fırlattığı olanaklardan, tüm olanaklığıyla olanağı
yakalar ve bu şekilde onu geleceğe yansıtan bir tasarım yapar. Heidegger’in “tasarım” (Entwurf) dediği şey,
Dasein’ın dünyanın içinde bir Varlık olarak kendi olanaklılığını yerine
getirmek üzere nasıl davrandığına, ne yaptığına işaret eder.”
“Ama fırlatılmışlığı ne şimdi sona ermiş, ne
de gelecekte sona erecektir. Calle de sizin ve benim gibi, daima fırlatılmış
hali içindedir ve fırlatılmış olmak varoluşumuzu biçimlendirmeye devam eder.”
“Olanaklara-doğru-varolan Dasein, kendini
varolma olanakları içinde kavrar. Dasein olarak Calle, başına ne geldiğini, ne
yapması ve ne şekilde hareket etmesi gerektiğini anlamanın bir yolunu bulmak
ister.”
“Ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı,
başka insanların tavsiyeleri ile bilemeyiz. Onu yaşamamız gerekir. Heidegger’in
Varlığın pratik bilgiye dayalı doğasından anladığı budur.”s.31
“Sadece dünyanın bize fırlattığı şeylerle
pratik bir şekilde uğraşıp onlarla haşır neşir olduğumuzda dünya bize anlam
ifade eder. Heidegger’e göre, dünya içinde varolmaktan gelen bu pratik anlayış,
Dasein’in dünya içinde varolmasının ilk yoludur. Dünya içindeki şeylerle ilgili
pratik anlayışımız, onları teorize etme ya da açıklamaya yönelik her türlü
çabamızdan önce gelir.” S.32
“Dünya içinde şeylere ancak onlara
ellerimizle dokunarak, onlarla uğraşarak, onları kullanarak erişebiliriz.”
“Heidegger’in bilincin anlamaktan türediği
ve anlamanın da dünya içindeki eylemliliğimize dayandığı tezi, Kartezyen bilinç
anlayışına radikal bir alternatif teşkil eder. Anlamak bir şeyleri ele
almaktan, dünyaya fırlatılmış olmaktan ve şeylerle uğraşmaktan gelen “dert” etmedir.”s.33
“Heidegger için Varlığı ilgilendiren temel
soru, insanların hergünkü etkinlikleri ve pratikleri değil, bu pratiklerin ve
etkinliklerin, insanların ve şeylerin varlıklarının Varlığı hakkında neyi
ortaya çıkartıp neyi gizledikleridir. Heidegger bu temayı geliştirmek üzere
Dasein ile hergünkü Dasein arasında bir ayrıma gider. Dasein hakkındaki
düşüncelerini geliştirirken, Heidegger Dasein’ın hergün ortaya çıkışına özel
bir önem atfeder. Dasein ile hergünkü Dasein arasındaki ayrım insanların ontik
yaşamları ile ontolojik olan (yani varlığın kendi Varlığı ile ilgilenmesi)
arasındaki farkı yansıtır. Burada Heidegger’in “v” varlığı ile “V” Varlığı
arasındaki farkı yansıtır.”
“Heidegger Varlık terimini, varlıkların “varolmaklığından” bahsetmek için
kullanır. Varlık gerçek bir insanın hayatı ya da varoluşu ile değil, bir varlık
olmanın ne olduğu ile ilgilidir.”s.35
“Bu çekişme,” der Heidegger, “sanat eserinin
bir dünya kurması ve yeryüzünü meydana getirmesiyle harekete geçer”. “Ama bu
çekişme,” der Heidegger, “sanat işi hem yatıştırıp, hem de arabuluculuk
yaparak, onu sıkıcı bir uzlaşmayla sonlandırsın diye harekete geçirilmez,
aksine çekişme çekişme olarak kalsın diye harekete geçirilir.” Ve devam eder:
“[Sanat]işi, bir dünya kurarak ve yeryüzünü meydana getirerek, bu çekişmeyi
icra eder.”
“Heidegger, “Sanat işinin ‘iş’ olmaklığı,
dünya ile yeryüzü arasındaki çekişmenin yaşanmasında vucüt bulur.” Der.” S.42
“Heidegger’in sanatsal yaratıcılığının el
işçiliği gibi görülmesine rağmen, aslında hiç öyle olmadığı yolundaki gözlemi,
yanıtladığından daha çok soru ortaya atar. Eğer “yeryüzü” terimi “hammadde” ile
eş anlamlı değilse ve sanat işinin yaratılması da bir el işçiliği meselesi
değilse,sanat nedir?” s.43
“Tıpkı insanların Varlığını anlamak üzere
varlıkların ontik dünyasının ötesine bakmamız gerektiği gibi, Heidegger sanatın
Varlığını değerlendirmek için de sanat dünyasının sanat tanımının ötesine
bakmamız gerektiğini düşünür.”
“Heidegger “yaşanan deneyim hem sanatsal
yaratıdan zevk almanın, hem de onu yaratmanın standardını belirleyen kaynaktır”
da der. Heidegger’in bu ifadelerinde varmış gibi görünen çelişki, onun “Sanat”
ile “sanat” arasında yaptığı ayrımın etrafında döner ki, burada Heidegger’in
Varlık ve varlık kavramlarını kullanırken de yaptığı gibi büyük ve küçük
harfleri kullandığını bir kez daha görürüz. Heidegger aynı stratejiyi sanatın
özü (“Sanat”) ile sanat endüstrisi ve/veya işçiliği (“sanat”) arasındaki farkı
vurgulamak için de kullanır. Heidegger’e göre sanatın özü, yani Sanat Varlık
alanında; sanat endüstrisi ve/veya işçiliği, yani sanat ise modern, teknokratik
bir toplumun hergünkü yaşamı içinde, sanat eserinin üretilmesi, sergilenmesi,
izlenmesi, alınması, satılması gibi etkinliklerde çalışır.” S.45-46
“Sanat ile sanat arasındaki fark öncelikle
Heidegger’in en merkezdeki metafizik sorusunun bağlamına yerleştirilmelidir:
Varlıkların arasında, yani yaşanan deneyimlerde Varlık nasıl gerçekleşebilir;
sanat endüstrisinin ortasında Sanat nasıl doğabilir? Çağdaş sanatçılar olarak
çalışan bizler için en zor soru hala budur.”
(bu noktada bizde iyi mimarlık
nasıl yapılabilir veya nitelikli mimarlık nasıl olabilir,küreşelleşen ortamda
diye sorabiliriz?)
“Heidegger de sanat-dünyası diye bir şey
olduğununu kabul eder ve o da asıl meselenin bir sanat işinin neye benzediğini,
hangi malzemelerle üretildiği ya da onun biçimsel veya estetik nitelikleri
olmadığı yolundaki görüşe katılır.”
“Heidegger’in “öz” derken aklında olanın,
sanata atfedilebilecek kalıcı, evrensel ve biçimsel bir nitelik olmadığını
kayda geçirelim. Sanatın alabileceği pek çok biçimin hepsini birden tanımlayan
tek bir nitelik yoktur. Bir şeyin özü, o şeye atfedilebilecek sabit bir nitelik
ya da durum değildir. Heidegger’e göre “öz” daha ziyade bir hakikatin ortaya
çıkmasına olanak sağlayan bir “olay” ya da “oluş” tur.
“Heidegger’in endişesi, içinde ulunduğumuz
tarihselvçağda kafamızı sanat endüstrisine ve/veya işçiliğine bu kadar çok
takmamızdan dolayı, sanatın hakikatin oluştuğu asil ve zorunlu mecra olmaktan
çıkmasıdır. Sanat dünyasının olduğu yerde, sanatın hakikati unutulur. Şöyle der
Heidegger: Şaşırtan, korkutan, hayranlık uyandıran, bildik olanın, zevk verenin
alanına girip o alan içinde kuşatıldığında, artık sanat endüstrisi başlamış
demektir. Eserler gelecek kuşaklara aktarılsın diye gösterilen her türlü özenli
çaba, onları geri kazanmak üzere gösterilen tüm bilimsel gayretler dahi, artık
işin kendi varlığına değil, sadece onun hatırasına uzanır. Heidegger sanatın
özünün sanat erbaplığında ya da estetik olarak bildiğimiz şeyde de
bulunamayacağından emindir. Son olarak yukarıda gördüğümüz gibi Sanatın özünün
sanat işleri yaparak, üreterek veya onlarla bir şekilde uğraşarak da
bulunamayacağına inanır.”
“Heidegger’e göre, sanat özünde, içinde “hakikat”in (aletheia) doğabileceği bir
açıklık yaratma biçimidir.”Sanat hakikati işe koymaktır... Sanat hakikate kaynaklık
eder”. Heidegger hakikat kavramını erken dönem Yunan yaşantısı ile ilgili
araştırmalarından türetir ve dikkatimizi Romalıların Latinceceye “veritas” şeklinde çevirdiği Yunanca “aletheia” terimine çeker. Biz “veritas”tan, yani “hakikat”ten bir fikrin doğruluğunu anlarız. Bir şey, bir olguyla
örtüşüyor ya da konu edindiği şeyi doğru tasvir ediyorsa, hakikati dile
getiriyor demektir.”s.47-48
“Hakikatin vuku bulması, daha ziyade bir
şeyin kendi içinden açığa çıkartılmasıdır. Şöyle anlatır Heidegger:
Meydana getirmei bir şeyi
gizli-kalmışlıktan, gizli-kalmamaklığa çıkarır. Meydana getirme, sadece gizli
kalanın, gizli-kalmamaklığa gelmesinde vuku bulur. Bu gelme bizim açığa-çıkmak
dediğimiz şeye dayanır ve onun içinde hareket eder. Yunanların “açığa-çıkma” için kullandığı kelime
aletheia’dır.” S.48
Van Gogh’un ayakkabıları, bir çift
ayakkabıyı tıpatıp tasvir etmeyi becerdiğinden değil, köylünün ayakkabısının
Varlığınailişkin bir şeyi açıkladığından hakikati açığa-çıkarmıştır. Bir
ayakkabıcı dükkanının vitrinindeki ya da bir katalogdaki ayakkabılar piyasadaki
değerlerine indirgenirler, ama Van Gogh’un ayakkabı resmi, ayakkabıların
hakikatinin ortaya çıkması için açık bir aşan sunar. Bir an için durdurulur,
gündelik hayatın koşuşturmacısından ve düşünme biçimlerinden çıkarılır ve
farklı bir düşünce alanına taşınırız. Heidegger’in dediği gibi “ Sanat eserinin
de, sanatçının özünden dolayı, varlıkların ortasında öyle bir açık alan aralar
ki o açıklıkta her şey alışıldık olandan farklıdır.”s.49
“Bir dünya kuran ve yeryüzünü açığa-çıkartan
iş, içinde bir bütün olarak varlıkların gizli-olmamaklığının, yani hakikatin
kazanıldığı o çekişmenin başlatılmasıdır. Peki, sanat işinin dünya ile yeryüzü
arasında yaşanan çekişmedeki bu dinamiği nasıl anlayabiliriz?”
“çekişme”
“Heidegger açıkça çekişmeyi yaratanın
sanatçı değil, sanat işi olduğunu ve söz konusu çekişmenin de dünya ile yeryüzü
arasında yaşandığını söyler.”
“taraflar kendi kendilerini aşmaya
çalışırlar” “kendini aşmak üretkendir.”
“Yeryüzü ve dünya kavramları: Dünya kavramı,
gündelik hayat içinde bizi yapılandıran değer, tavır, pratik ve kuramları
içerir. “Yeryüzü” ise daha karmaşık bir kavramdır. Gündelik dilde yeryüzü ve
dünya kelimelerini eşanlamlı olarak kullansak da, yeryüzü dendiğinde aklımıza
daha çok, insanların üzerinde dünyalarını inşa ettikleri inişli çıkışlı zemin
ve/veya o dünyayı inşa etmek için kullandığımız toprak,taş, vs. gibi maddeler
gelir.” S.51
“ İşin bu duruşu kayanın içinden, kayanın
iri kütlesiyle ama hiçbir şeyi iteklemeden, zorlamadan ve zorlanmadan sunduğu
desteği ortaya çıkartır. Bina orada öylece durarak, üzerinde kopan fırtınaya
karşı ayakta kalır ve böylece tüm şiddetiyle fırtınayı görünür kılar. Taşın
parlaması ve aydınlığı güneş sayesindeymiş gibi görünse de, günün ışığını,
gökyüzünün genişliğini, gecenin karanlığını öne çıkartır.”s.52
“ Heidegger’in terimleriyle ifade edersek,
yokluk hiçlik değildir, onu oluşmamış-bir-şey olarak anlamamız gerekir.
Oluşmamış-bir-şey, mümkün olanın dinamik ve yaratıcı gücüne işaret eder. Bu
yeryüzüdür.”s.55
“Dünya kendini
yeryüzünde temellendirir, yeryüzü de dünyada yükselir.”s.56
Bunun ne anlam ifade ettiğini
oturtamadım,yeryüzü potansiyeli,anlamlı olanı doğurur gibi bişey?
“Ama Heidegger içinde yaşadığımız çağda
sanatın ortaya çıkan “hakikat”ının sanat endüstrisi/işçiliği olduğundan endişe
eder. Sanat eserlerini yapmak, sergilemek, izlemek, satın almak ve satmakla o
kadar meşgul oluruz ki sanatın özünde ne olduğunu unuturuz.”s.57
Kitapta burada sanatın özüne bakmanın neden
önemli olduğunu anlatır..
“Heidegger; Tasvir ve/veya tasavvur etme
daha ziyade, dünya ile özel bir ilişki kurma veya dünya hakkında özel bir
düşünme biçimidir ve dünyanın önceden kavramsallaştırılması esasına
dayanır.”s.62
“Heidegger tek bir tasvir ve/veya tasavvur
kavramlaştırmasının, diğer tüm kavramsallaştırmaları bir kenara itip, tek
başına hakimiyet kurmasına itiraz eder."
“vorstellen”
“Tasavvur etmek insanın bir şeyi; bir nesneyi, bir kişiyi,dünyayı vs.
kendisiyle bir ilişki içine sokarak, gözünün önüne ve karşısına yerleştirmesi
demektir.”s.63
“Şehir plancılığı ve mimari tasarım bize bu
“model saplantısı”nın güzel bir örneğini sunar. Kibrit çöplerinden, kartondan
ya da köpükten maketler, yani modeller yapılır ve bu modeller bize dünyanın
neye benzeyebileceğine dair bir resim sunar. Daha sonra da dünya, insan eliyle,
o resme benzeyecek şekilde yaratılır.”s.68
“Dolayısıyla modern çağın en temel olayı,
dünyanın bir resim olarak fethedilmesidir. İnsanın varolanı gözünde
canlandırması, yani tasavvur etme yeteneği sayesinde gerçekliği yapılandırmayı
başarmıştır. “Tasvircilik ve/veya tasavvurculuk sayesinde,” der Heidegger,
“insan tüm şeyleri hesaplama, planlama ve biçimlendirme yeteneğini devreye
sokar. Araştırma-olarak-bilim, insanın kendisini dünyaya bu şekilde
yerleştirmesinin mutlak surette zorunlu bir biçimidir.” Tasvir ve/veya
tasavvur, biçimsel ve normatif niteliği ile dünyayı anlayışımızı ve varlık
olmanın ne olduğunu önceden kurgular.” s.69
“Heidegger, dünya-içindeki-varlığımızı ve
şeyler arasındaki yerimizi kabullenecek olursak, şeyleri gözümüzün önüne
nesneler olarak yerleştirmek yerine, onlara uyum sağlayabileceğimizi söyler.”
“Heideggerci açıdan bakıldığında, ne sanat
tasvirci ve/veya tasavvurcu bir pratiktir, ne de sanat tarihi bir tasvirler
tarihi.” s.73
“Sanatçının işini şahsen üretmek yerine
taşerona yaptırmasıdır. Bu üretim biçiminde sanatçı, üretim süreçlerini
denetleyen bir “yaratıcı yönetmen” ya da “proje yöneticisi” olarak çalışır.
Modern teknokratik toplumların bağlamında, stüdyosunda yalnız başına çalışan ve
kendi elleriyle sanat işi üreten sanatçı “imgesi” artık arkaik ve modası geçmiş
bir görüntü gibidir. Bazıları içi sanat teknolojik üretim haline gelmiştir. “
s.76
“ Heidegger’e göre mesele, şeyleri belli
amaçlara hizmet eden araçlar olarak kullanmaya kendimizi kaptırdığımızdan, bir
an için durup hayatımızı oluşturan şeylerin ne olduklarını ya da onlarla nasıl
bir ilişki kurduğumuzu düşünmemektir. Onların varlıklar olarak Varlıklarının ne
olduğunu unutur, onları kendimiz için gerekli kaynaklar olarak görürüz. Gerçekten
de, teknokratik bir toplumda her şey, hatta diğer insanlar bile kaynak olur.
Biz araçsalcılığın hakimiyeti altında yaşarız; bizim dünyamızda şeyler,
kendileri olarak değil, bir-şeye-hizmet-etmek-üzere vardır.”s.77
“Heidegger teknolojiyi sorgulayarak, insan
varoluşunun teknolojinin özüne açılmasını ister ki “teknolojik olanı kendi
sınırları içinde deneyimleyelim… [ve] ona mümkün olan en kötü biçimde teslim
olmayalım”.”
“Heidegger’in derdi, gündelik hayattaki
varlıkların teknolojik olanın içinde hapsolmaları, yani teknolojinin özüne
yeterince dikkat etmeyip, teknolojinin (ontik alanda) bizim için neler
yapabileceğine takılıp kalmalarıdır.”
“Dolayısıyla teknoloji sadece araç değildir.
Teknoloji bir açığa-çıkarma yöntemidir. eğer buna kulak verecek olursak,
önümüze teknolojinin özüne dair sağlam bir alan açılır… Teknoloji meydana
getirmenin ve açığa-çıkarmanın, yani aletheia’nın, yani hakikatin vuku bulduğu
alanda oluşur.” s.78
“Heidegger’e göre, teknoloji sanat eseri
üretmeye hizmet eden bir araç olarak kullanıldığında, insanlara her şeyi bir
kaynağa dönüştürme gücü verir, bunun sonucunda da özel bir tür körlüğe maruz
kalırız. Artık dünyadaki şeyleri ve hatta bizzat dünyanın kendisini başka bir
şekilde göremez oluruz. Heidegger’in terimleriyle ifade etmek gerekirse,
açığa-çıkarma ufkumuz, teknolojinin bizim için yapabilecekleri ile sınırlanır.”
s.79
“Teknolojik açığa-çıkarma, çerçeveleme
olarak, dünyayı sabit rezerv olarak görür ve insanı da ona görev-veren konumuna
yerleştirir.”s.80
*böylece dünyayı nesneleştirir ve
kendini de nesneleştirir.ilişki kuramaz,esiri olur.hükmetmek isteyen de
hükmedilende. hükmeden hükmetmek dışında bir oluş düşünemez,kaynak olan da
hükmedilme ötesine geçemez.
“İnsanları çerçeveleme dediğimiz özel
teknolojik açığa-çıkarma biçiminin tehlikelerinden koruyacak olan estetik
açığa-çıkarma, yani poiesis’tir.”s.84
“Poesis de, çerçeveleme gibi varlığın
mevcuda gelmesinin tarzlarından biridir. Çerçeveleme varolana görev verilmesi
ve ona hükmedilmesi ile ilgili bir şeyken, poesis söz konusu olan varolana
karşı açık olmaktır. Heidegger, Platon’a göre, “mevcut olmamaklıktan mevcut olmaklığa geçen ve çıkan her ne varsa,
orada bir poesis, bir meydana gelme vuku bulur” der.” Heidegger doğada vuku
bulan açığa-çıkmanın, yani “physis” in en yüksek anlamdaki poesis olduğunu
söyler. Bir goncanın açılması, bir bebeğin doğumu veya bir meyvenin
olgunlaşması “physis” örnekleridir.” S.84
“Heidegger modernitenin tamamlayıcı
özelliğinin teknolojik açığa-çıkarma olduğunu düşünür. Teknolojik araçların sabit
rezerv ile birleşmesiyle, insanların aletleriyle ilişkisi, bir hakim olma
ilişkisi halini alır.”
“Heidegger’e göre böyle farklı bir
dünya-içinde-varoluşun boy göstermesi, modernitenin sonunun geldiğinin de
habercisi olurdu. Artık aletler, insan tarafından bir amaç için kullanılmaya
hazır mevcutlar olarak anlaşılmazdı. Teknoloji poesis-olarak-techne şeklinde
anlaşılırsa, Heidegger yeni bir açığa-çıkarma minvalinin bize kendisini
sunacağına emindir.” S.88
“Demek ki pratik davranış kendi bakışını
üretmiştir.”
“el-ile-uğraşma”
“Bu fenomenolojide, dünya şeylerin ve
mekanların nesnel dünyası değildir, daha ziyade Dasein’ın içine
fırlatıldığıdır.”
“Heidegger’e göre,
şeylere-ortasında-varolduğumuzdan, dünyayı ne onun hakkında teorik bir şekilde
düşünerek anlayabiliriz, ne de onu objektif olarak bilmemiz mümkündür. Aksine
dünyamızı ancak şeylerin-ortasında-olarak, onları kullanarak, onlarla
ellerimizle uğraşarak anlayabiliriz. Heidegger’in “dünyanın
dünyasıllaştırılması” dediği şey budur. Dünya-içinde-varolmanın temelde pratik
olan doğasının altında, dünya ile haşır-neşir-olmaklığımız, yani dünya ile
kurduğumuz ilişkilerde yatar.”s.92
“Alışkanlıkla yaptığımız etkinliklerde her
şey görünmez olur ve şeyler belli amaçlara hizmet eden araçlar halini
alır.”s.93
“Heidegger’in dünyayı soyut kuramlar yoluyla
değil, onunla pratik bir şekilde haşır neşir olarak anlayabileceğimiz yolundaki
bu inancında buluruz.”
“El ile uğraşma bir “dert etme”, “ihtimam
gösterme” ilişkisidir ve dünyanın (bilen insan özneleri olarak) bilginin bir
nesnesi olarak göz önüne yerleştirildiği, önceden tasavvur edildiği türden bir
ilişki değildir.”s.94
“Pratik süreç içindeki bu düşünme biçimi
yaratıcı sanatlarda, “malzeme düşüncesi” olarak bilinir.”
“Malzeme düşüncesinin temellerini,
Heidegger’in gereç çözümlemesinde bulmak mümkündür. Bu çözümlemede, Heidegger
malzeme ve süreçlerle ellerimizle uğraşırken gelen özel bilgi türünü inceler.
Onun dünyanın bir gerecin kullanılması yoluyla nasıl “zaten keşfedilmiş”
olduğuna ilişkin modeli, bir pratik kavramlar dizgesi etrafında döner.
Heidegger’e göre dünyaya ilişkin en temel münasebetlerimizi, kullandığımız
şeylerle kurarız.”s.95
“Heidegger’e göre, bir şeyin sadece
dışarıdan nasıl göründüğüne baktığımızda, o şey sadece bir mevcut olarak
önümüzde durur. Yani çekiçle münhasıran teorik bir şekilde ilgilendiğimizde
çekiç, bir çekiç olarak varlığını, yani yararlılığını ve elverişliğini
anlamamıza izin vermez. Çekicin çekiçliği, ancak ele alınıp kullanıldığında
anlaşılabilir.”s.97
“İşte nasıl çizeceğimizi, nasıl dans
edeceğimizi veya nasıl yazabileceğimizi artık bildiğimizi hissetmeye
başlamamıza olanak sağlayan bu bakışa Heidegger bir-şey-için-bakış (Umsicht) adını verir.”
“Heidegger’e göre
“yeni” bir-şey-için-bakışla doğar.”s.98
“”Anlamak” daha ziyade el ile uğraşmaktan,dünyaya
fırlatılmış olmaktan ve şeylerle münasebet kurmaktan gelen dert etmedir.”
““Sanat” daha önce kurgulanmış bir
fikrin,bir düşüncenin tasvirinden ibaret bir şey değildir. Bu formülasyonda
gereçler, malzemeler ve fikirlerle pratik bir şekilde uğraşmak, her türlü
kurumsal-bilişsel uğraşıdan önce gelir.”
“Benzer bir şekilde iyi bir fikrimin
olduğunu düşünebilirim, ama o fikirle çalışmadan,onunla “ellerimle-uğraşmadan”,
o fikrin beni nereye götüreceğini bilemem.”
“Heidegger: İlk olarak pratik davranış
ateorik değildir, çünkü elle uğraşmak kör değildir, aksine kendine ait bakışını
üretir.”s.100
“Şeylerin önümüze fırlattığı olanakları
yorumlamamıza ve onlara tepki vermemize olanak sağlayan önyapılarımızdır.
Heidegger önyapının üç farklı boyutunu ayrıştırır: önsahiplik, öngörü ve
önkavramsallaştırma. Önsahiplik bir şeye ve o şeyin içinde varolduğu bağlama
dair anlayıştır. Öngörü, o şeyin yorumlanmasına olanak sağlayan merceği
sunar.Son olarak “önkavramsallaştırma”
mevcut olan bir şeyi anlayabilmek için, insanın önceden sahip olması gereken
bilgidir.”s.101
“Heidegger’in bir-şey-için-bakış kavramı
sayesinde, malzemelerimizle ilişkilerimizin, onlara hakim olma ilişkileri
olmadığını, tam aksine malzemelerimizin ve gereçlerimizin, kendilerince
doğmaları ve işlemelerine olanak vermek adına onlara karşı duyarlı olmamız
gerektiğini anlarız.”s.103
“Gümüş kadehinin
yapıldığı madde gümüştür. Onun, bu madde olarak (hyle) kadehte ortak
sorumluluğu vardır. Kadeh oluşturduğu maddeyi, gümüşe borçludur. Ama kutsal
kadehin borcu sadece gümüşe değildir. Bir kadeh olarak gümüşe borçlu olan, dış
görünüşünde, bir broşa ya da yüzüğe değil, bir kadehe benzer. Dolaysıyla kutsal
kadeh,aynı zamanda kadeh görüntüsüne de (eidos) borçludur. Hem kadeh
görüntüsüne izin veren gümüş, hem de gümüşün görünmesine izin veren kadeh
görüntüsü, kendilerince kutsal kadehte ortak sorumluluk taşır... Ama kadehten,
her şeyden önce sorumlu olan bir üçüncü daha vardır. Bu, kadehi ilk başta
takdis ve bağış alanına sınırlayandır. Onun sayesinde kadeh kutsal bir kadeh
olarak çerçevelenir. Çerçeveleme o şeyin sınırlarını çizer... Son olarak,
tamamlanmış kutsal kadehin önümüzde kullanıma hazır olarak durmasında bir
dördüncü de ortak sorumluluk taşır: gümüşçü ustası.” (sanat işinin
kökeni,heidegger) s.107
“Heidegger’e göre, yaratmak bir şeyin
açığa-çıkmasına veya meydana gelmesine izin vermeyi içerir.”
“Bir gonca kendiliğinden çiçek açar, ama
sanatçı bir başkasında açılmayı mümkün kılar. Bu “bir başkasında meydana
getirme” denilen şeyi nasıl yorumlamalıyız?”
“Heidegger’in biçim-madde yapısı dediği bu
kavramsallaştırma uyarınca, sanatçılar ve ustalar maddeyi biçim yaratmak için
kullanırlar; sanatçının biçim veren edimi ile bir sanat eseri varlık kazanır.
Nitekim sanatçının bir yaratıcı olarak kimliğini teyit eden de bu edimdir. Ama
Heidegger’e göre yaratılmış olmaklıkta söz konusu olan meydana getirme bu
değildir.”
“Biçim-madde yapısı bizi sanatın özü
itibariyle ne olduğunu düşünmekten alıkoyar, dolayısıyla da yaratıcının rolünü
yaratılmışlıkla karıştırır. “Yaratılış”tan ve “yaratılmış olmaklık”tan ne
kastettiğini anlamak için Heidegger bizi eski Yunanlıların “techne” kavramına
geri götürür. Yunanlılar techne kelimesini ustalığı ve sanat etkinliğini
tanımlamak için kullanır, hem ustaya hem de sanatçıya technites derlerdi. Ancak
eski Yunanlılar için techne hiçbir zaman üretme edimine gönderme yapmaz ve
onlara göre sanatın özü de sanatçının veya ustanın el becerisi ile ilgili
değildir. Techne daha ziyade bir şeyin gizli-kalmamaklığa çıkışına olanak
tanıyan bir bilme mihvalidir.” S.108-109
“Modernizm akımının modernist-dahi-sanatçı
anlayışında yaratıcılık, egemen öznenin dehasını ifade etmesi olarak yanlış bir
şekilde yorumlanıyordu. İçinde yaşadığımız çağda ise, sanatçılar daha farklı
bir statü kazanmış durumdalar: Artık ünlülük mertebesine yükselmiş olanlara
Büyük Sanatçı gözüyle bakılıyor. Onların öznellikleri, sadece imzalarını
taşıyan sanat eserleri değil, başka mal ve hizmetlere de değer
katabiliyor.”s.109
“Heidegger ısrarla sanat eserinin kökeninde
sanatçı değil, Sanatın olduğunu söyler.”
“Yaratılmış olmaklıkta, sanatçının
sorumluluğu Sanat olanağını yaratmak, Sanatı varmak üzere yola koymaktır. Sanat
bir kez yola koyulduktan sonra, sanatçı işe kıyasla önemini yitirir.”
“Roland Barthes’ın çığır açan makalesi “Yazarın
Ölümü” (1977) ve Michel Foucoult’nun “Yazar Nedir?” (1986) başlıklı denemesi
özgünlük, sahicilik ve niyetlilik gibi kavramların postmodern bir dünyada
modası geçmiş kavramlar olduklarını teyit ederler. Barthes ve Foucoult
özellikle yazıdan ve yazarlardan bahseder, ama onların yazılarından
çıkartılabilecek dersler sanatçılar ve sanat eserleri arasındaki ilişkiyi
düşünmek açısından da önemlidir.”s.110
“Heidegger, işe kendi niyetlerimiz ve
önkabullarmizle gözümüz kamaşmış ya da önceden varolan yorumlama modelleri ile
donatılmış olarak yaklaştığımız sürece ontik alanın ötesine, Varlığın
açıklığına ulaşamayacağımızı söyler. Varolan her şey sabit rezervse ve
amaca-hizmet-eden bir araç olarak insanın kullanımına hazırsa, insanların onu
“oluruna” bırakması çok zordur.”s.112
“Heidegger bize nedenselliğin, ilk olarak
Aristo’nun dört neden öğretisiyle açıkladığını anımsatır. Aristo’ya göre ilk
neden cause materialis, yani maddi
nedendir. Burada söz konusu olan bir şeyin kendisinden yapıldığı madde ya da
malzemedir. İkinci neden cause formalis,
yani formel ya da biçimsel nedendir. Burada söz konusu olan maddenin aldığı
şekildir. Üçüncü neden cause finalis,
yani ereksel nedendir. Burada söz konusu olan bir şeyin hizmet edeceği amaçtır.
Son olarakdördüncü neden cause efficiens,yani
etkin nedendir. Tamamlanmış objeyi ortaya çıkaran cause efficiens, gümüş kadeh
örneğinde gümüşçü ustasıdır.”s.115-116
“ Heidegger’in yaratılmış olmaklığı yeni
baştan düşünmesi ve nedenselliği yeniden yorumlaması, ustalık ve araçsallık
yerine, borçlu olmayı ve dert etmeyi vurgulayan çok farklı bir dinamiği ortaya
çıkartır.”s.116
“Heidegger’in düşüncesinde bahsi geçen üç
sorumlu olma biçimi de, “kadehin meydana getirilmesinde nasıl devreye sokulup
görünürlük kazandıklarını” gümüşçü ustasının çabalarına borçludur.”s.117
“Heidegger ortak sorumluluk ve borçluluktan
bahsederken, çok daha radikal bir değişiklik getirir. Onun düşüncesinde insan
olan ve olmayan unsurlar (malzeme,fikirler ve erek) sanat eserinin
üretilmesinde değil, Sanatın doğmasında ortak sorumluluk taşırlar.”s.118
“Heidegger’in terimleriyle ifade decek
olursak Piccinini’nin yaptığı “bir şeyi varmak üzere yola koymaktır”.
Fikirlerle, insan olan ve olmayan işbirlikçileri ve bağlamlarla özenli ve
dikkatli bir şekilde uğraşarak, Piccinini işi kavramsallaştırır, işin ortaya
çıkmasına neden olan ilişkiler ağını harekete geçirir ve son olarak tüm bu
parçaları birleştirerek, onlara görünürlük kazandırır. Tüm bu çabasında, o da
diğer katılımcılara borçludur. Heidegger’in “sanatsal ve şiirsel ortaya çıkarma
ve somut imgelem... bir meydana getirme,poesis”
dediği şey budur.”s.120
Dikkatli ve özenli
haşır neşir olma
“Neredeyse sanata ve sanatçılara yönelik
uzmanlaşmış düşüncenin başladığı andan itibaren, bu düşünceye estetik
denmiştir. Estetik sanat eseri bir nesne olarak aisthesis’in, yani en geniş
anlamıyla duyumsal idrakin bir nesnesi olarak ele alır. Biz bugün idrake
yaşanmış deneyim diyoruz. İnsanın sanatı deneyimleme biçiminin, sanatın özüne
dair bilgi verebileceği sanılır. Yaşanmış deneyim, sadece sanatın takdir
edilmesi ve ondan zevk alınmasının değil, sanatsal yaratıcılığın da kaynağı ve
standardı olmuştur. Her şey bir yaşanmış deneyimdir, ama belki deneyim sanatın
içinde öldüğü unsurdur. Bu ölüm o kadar yavaş olur ki birkaç yüzyıl
sürebilir.”s.123
“Heidegger’in estetik eleştirisi, modern
sanatın hayatla bağlarının koptuğu yolundaki değerlendirmesinden kaynaklanır.
Heidegger modern sanatı, daha eski (Sokrat öncesi) etik sanat
kavramsallaştırması ile karşılaştırır. Bu daha eski kavramsallaştırmada sanat
bize nasıl yaşayabileceğimiz konusunda kılavuzluk yapan bir şey olarak görülür.
Heidegger bu sanat kavramsallaştırılmasının yerini duyumsal idrakle, yani
deneyimle bağlantılı bir kavramlaştırmanın aldığını iddia eder.”s.126
“Heidegger “büyük sanat”ı sanatın özüne
ilişkin yaptığı tanımdan hareketle tarif eder. Büyük sanat insanların hergünkü
yaşamlarında bir fark yaratan, dünya-içindeki-varoluşumuzu anlamaya yönelik
etik bir zemin sunan sanattır.”
“Heidegger’e göre büyük sanat “varolanların
bir bütün olarak hakikatini, yani koşullu olanı, mutlak olanı” açtığı ve
böylece “hakikati açan” niteliği nedeniyle belirli bir tarihsel bağlamda nasıl
yaşayacağımıza dair kılavuzluk yaptığı için belirleyici bir rol oynar.”
“Yunanlıların tavırlarının temelinde
önlerinde-durana (hypokeimenon) savunmasız bir şekilde açık ve maruz kalmaklık
vardı. Bu da varlıkların hakikatinin onlara açılmasına olanak tanıyordu. Sokrat
öncesi Yunanlılar için hakikat, modern bilimde olduğu gibi doğruluk değil,
varolanın meydana getirilmesi, açığa-çıkarılmasıydı. Bu bağlamda sanat ve
zanaat, diğer tüm “hakikat” açma mihvalleri ile birlikte, üretmek anlamında
değil, bir bilme mihavli olarak techne idi. Yunan toplumu estetik yerine, etik
bir sanat kavramı sunuyordu. ”
“Heidegger’e göre Yunan döneminde sanat ile
etik bir hayat kavramı arasında çözülmez bir bağ vardı. Oysa modern çağda
sanat, sanatçı ve bütün olarak kültür için böyle bir rol oynamaz. Heidegger’in
büyük sanatın ölümünden bahsederken kastettiği budur.s.127
“Heidegger: Güzel olan, “kendisini
gösterirken bu durumu meydana getirenden başka bir şey değildir.””
“Erken dönem Yunanlılar için güzellik,
sadece bir şeyin dış görünüşünün verdiği keyif olarak varolmaz, bir şeyin
Varlığının hakikatinin açığa-çıkması olarak varolur. “Güzellik,” der Heidegger,
“hakikatin işte varolması ve iş olarak varolmasıdır.””s.129
“Mantık, felsefenin hakikat ile ilgili
meselerle ilgilenen dalı, etik insan karakteri ve iyi olanla ilgili dalı,
estetik ise güzel olan karşısındaki duyu, duyumlanım ve hissiyat ile ilgili
dalı olur.”s.130
“Heidegger, hakikat üzerinde bilimin
tahakküm kurduğu modern dünyada sanatın, belki hayatın kalitesini artıran, ama
hayat adına asli ve temel bir şey olarak görülmeyen, bir boş zaman etkinliğine
indirgendiğini söyler.”s.131
“Postmodern eleştirmenler değerlerin ve
güzelliğin evrensel veya aşkın nitelikler olmadığını, göreli ve kültürel olarak
konumlanmış şeyler olduğunu iddia ederler.”s.133
“Heidegger’e göre, hakikati anlamanın
birincil zemini öncelikle physis ve poiesis’ten türer. Özgün ve özde
hakikat poisesis olarak sanatta vuku
bulur. Hakikat gerçeklik ile örtüşme değil, kendisini açan varoluştur. Bir şeyi
gizli kalmaklıktan, gizli kalmamaklığa çıkartan kendini açmaya aletheia deriz. Hakikati yaratan
kanıtlanmış olguların tasvir edilmesi değildir; hakikat pratikte, pratik
aracılığıyla doğar. Hakikat doğru ya da yanlış şeklinde değerlendirilecek bir
şey değildir,süreç içinde vuku bulur. .. Hakikat ölçülebilir bir çıktı
değil,bir süreçtir.”s.146
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder