29 Eylül 2018 Cumartesi

YENİ BİR BAKIŞLA HEİDEGGER



Bolt, B. (2015).Yeni Bir Bakışla Heidegger (M. Özbank, Çev.).Kolektif Kitap, İstanbul.

Tekniğe Yönelik Sorgulama (1954) “Gestell” (çerçeveleme) kavramı.
“Gestell’i dünyada neyi, nasıl düşündüğümüze ve nasıl hareket ettiğimizin sınırlarını çizen ve olanaklar sunan bir yapı ya da gereç olarak kavrayabiliriz.”s.12
Heidegger’in Dasein (dünya içinde varolan)
“Heidegger’in felsefe dünyasına yaptığı en önemli katkı, insanın varoluşunu ya da varlığını, onun dünya ile ilişkisinden heraketle çerçevelemeyi başarmış olmasıdır. Heidegger’in varlık felsefesinin temelinde, insan varoluşunun, dünya-içinde-var-olmayı ve başkaları-ile-var-olmayı içerdiği ve düşüncelerimizin ve davranışlarımızın dünyadaki ilişkilerimiz tarafından şekillendirildiği düşüncesi yer alır.
Heidegger’e göre,zaten dünyada olduğumuz, ona fırlatılmış ve onun ivmesiyle sürüklendiğimizden, dünyayı bu “objektif” bakış açısıyla kavramamız mümkün değildir. Heidegger buna “fırlatılmışlığımız” (Geworfenheit) der. Dünya-içinde-varolmaya ilişkin gündelik deneyimlerimiz, insan olarak varolmanın ne olduğunu anlamamızı sağlar.”
Rene Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” Heidegger’e göre hiçbir zaman düşüncelerimizle yanlız kalmayız. Varoluşumuz ile dünya-içinde-varolmamız arasında kopmaz bir bağ vardır.”
“Varoluşumuzu tanımlayan şey sadece düşünceye indirgenemez,tam aksine onun, dünyaya karşı aldığımız tavrı ve dünyadaki edimlerimizi de, yani hem diğer insanlarla hem de diğer “varlıklarla” kurduğumuz ilişkileri ve onlarla nasıl etkileşim halinde olduğumuzu da kapsaması gerekir. İnsan olmanın ne anlama geldiğini dünyaya objektif bir şekilde bakarak değil, ancak şeylerle kurduğumuz bu ilişkilerle kavrarız.” S.13-14
“Zira insan “dert” ettiği şeylere iyi bakar, ihtimam gösterir ve Heidegger’e göre “dert” (Sorge) çok daha temel bir şeydir. Dert, “İnsan Dasien’ına ömrü boyunca sahip olandır...Dünya-içinde-varolmanın varlıksal kalıbı derttir”. Başka bir deyişle varlığımızın merkezinde dert vardır.”
“Heidegger’in insana bakışı dert  etrafında döner:”Dert ediyorum, öyleyse varım.” Heidegger’e göre hayatımıza anlam veren ve bize yön gösteren şey, kendimizi, başka insanları ve başka şeyleri dert etmemiz, kendimiz ve onlar için endişelenmemizdir.”
“Dert etmek, insanın kendisinin, başkalarının ve dünyadaki şeylerin sorumluluğunu alması demektir.”
“Heidegger “Dasien” terimini çok belirli bir anlamda, insan varlığını tanımlamak için kullanır: “Da” şurada ve “Sein” da olmak demektir, dolayısıyla “Da-sein” “ Şurada-olan”dır. S.27
“Küreleşmenin her şeyi aynılaştıran etkisine rağmen, Dasein’ın içinde yaşadığı tek bir dünya yoktur. Her birimiz, neye değer verdiğimizi ve dünyada nasıl hareket ettiğimizi etkileyen ve birbiri ile kesişen, çok sayıda farklı dünyalarda yaşarız.”s.28
“Heidegger’e göre, dünya-içinde-varolmakta önemli olan, dünya hakkında ne bildiğimiz değil, dünya içinde nasıl yaşayıp,nasıl hareket edeceğimizi bilmektir. Varoluşun içinde dünya-içinde-varolmak vardır”.
“Heidegger’e göre insan varoluşunun dramasına yön veren, dünya-içinde-varolmanın fırlattığı olanaklardır. Daha doğduğumuz andan, yani dışarı atılıp, biz çığlıklar ve tekmeler atarken, bir doktorun ya da ebenin bizi aldığı ve bizim kontrol edemediğimiz bir ortamda, bize sorulmamış bir zamanda, bizi seçmediğimiz bir anneye teslim ettiği andan itibaren, kendi irademiz dışında, geleceğe doğru fırlatılırız. Heidegger buna Dasein’ın “fırlatılmışlığı” (Geworfenheit) der.”S.29
“Heidegger halıhazırdaki yaşam koşullarımızı ve gelecek imkanlarımızı hesaba katan bu etmenlerin bileşiminden oluşan dizilime “olgusallık” adını verir. Her birimiz farklı yaşam koşulları ile karşı karşıya kalır, kendi özgün tepkilerimizi veririz.” S.30
“Calle (kendine iyi bak) kendi geçmişinden fırlatılır. Dünya’nın ona fırlattığı olanaklardan, tüm olanaklığıyla olanağı yakalar ve bu şekilde onu geleceğe yansıtan bir tasarım yapar. Heidegger’in “tasarım” (Entwurf) dediği şey, Dasein’ın dünyanın içinde bir Varlık olarak kendi olanaklılığını yerine getirmek üzere nasıl davrandığına, ne yaptığına işaret eder.”
“Ama fırlatılmışlığı ne şimdi sona ermiş, ne de gelecekte sona erecektir. Calle de sizin ve benim gibi, daima fırlatılmış hali içindedir ve fırlatılmış olmak varoluşumuzu biçimlendirmeye devam eder.”
“Olanaklara-doğru-varolan Dasein, kendini varolma olanakları içinde kavrar. Dasein olarak Calle, başına ne geldiğini, ne yapması ve ne şekilde hareket etmesi gerektiğini anlamanın bir yolunu bulmak ister.”
“Ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı, başka insanların tavsiyeleri ile bilemeyiz. Onu yaşamamız gerekir. Heidegger’in Varlığın pratik bilgiye dayalı doğasından anladığı budur.”s.31
“Sadece dünyanın bize fırlattığı şeylerle pratik bir şekilde uğraşıp onlarla haşır neşir olduğumuzda dünya bize anlam ifade eder. Heidegger’e göre, dünya içinde varolmaktan gelen bu pratik anlayış, Dasein’in dünya içinde varolmasının ilk yoludur. Dünya içindeki şeylerle ilgili pratik anlayışımız, onları teorize etme ya da açıklamaya yönelik her türlü çabamızdan önce gelir.” S.32
“Dünya içinde şeylere ancak onlara ellerimizle dokunarak, onlarla uğraşarak, onları kullanarak erişebiliriz.”
“Heidegger’in bilincin anlamaktan türediği ve anlamanın da dünya içindeki eylemliliğimize dayandığı tezi, Kartezyen bilinç anlayışına radikal bir alternatif teşkil eder. Anlamak bir şeyleri ele almaktan, dünyaya fırlatılmış olmaktan ve şeylerle uğraşmaktan gelen “dert” etmedir.”s.33
“Heidegger için Varlığı ilgilendiren temel soru, insanların hergünkü etkinlikleri ve pratikleri değil, bu pratiklerin ve etkinliklerin, insanların ve şeylerin varlıklarının Varlığı hakkında neyi ortaya çıkartıp neyi gizledikleridir. Heidegger bu temayı geliştirmek üzere Dasein ile hergünkü Dasein arasında bir ayrıma gider. Dasein hakkındaki düşüncelerini geliştirirken, Heidegger Dasein’ın hergün ortaya çıkışına özel bir önem atfeder. Dasein ile hergünkü Dasein arasındaki ayrım insanların ontik yaşamları ile ontolojik olan (yani varlığın kendi Varlığı ile ilgilenmesi) arasındaki farkı yansıtır. Burada Heidegger’in “v” varlığı ile “V” Varlığı arasındaki farkı yansıtır.”
“Heidegger Varlık terimini, varlıkların “varolmaklığından” bahsetmek için kullanır. Varlık gerçek bir insanın hayatı ya da varoluşu ile değil, bir varlık olmanın ne olduğu ile ilgilidir.”s.35
“Bu çekişme,” der Heidegger, “sanat eserinin bir dünya kurması ve yeryüzünü meydana getirmesiyle harekete geçer”. “Ama bu çekişme,” der Heidegger, “sanat işi hem yatıştırıp, hem de arabuluculuk yaparak, onu sıkıcı bir uzlaşmayla sonlandırsın diye harekete geçirilmez, aksine çekişme çekişme olarak kalsın diye harekete geçirilir.” Ve devam eder: “[Sanat]işi, bir dünya kurarak ve yeryüzünü meydana getirerek, bu çekişmeyi icra eder.”
“Heidegger, “Sanat işinin ‘iş’ olmaklığı, dünya ile yeryüzü arasındaki çekişmenin yaşanmasında vucüt bulur.” Der.” S.42
“Heidegger’in sanatsal yaratıcılığının el işçiliği gibi görülmesine rağmen, aslında hiç öyle olmadığı yolundaki gözlemi, yanıtladığından daha çok soru ortaya atar. Eğer “yeryüzü” terimi “hammadde” ile eş anlamlı değilse ve sanat işinin yaratılması da bir el işçiliği meselesi değilse,sanat nedir?” s.43
“Tıpkı insanların Varlığını anlamak üzere varlıkların ontik dünyasının ötesine bakmamız gerektiği gibi, Heidegger sanatın Varlığını değerlendirmek için de sanat dünyasının sanat tanımının ötesine bakmamız gerektiğini düşünür.”
“Heidegger “yaşanan deneyim hem sanatsal yaratıdan zevk almanın, hem de onu yaratmanın standardını belirleyen kaynaktır” da der. Heidegger’in bu ifadelerinde varmış gibi görünen çelişki, onun “Sanat” ile “sanat” arasında yaptığı ayrımın etrafında döner ki, burada Heidegger’in Varlık ve varlık kavramlarını kullanırken de yaptığı gibi büyük ve küçük harfleri kullandığını bir kez daha görürüz. Heidegger aynı stratejiyi sanatın özü (“Sanat”) ile sanat endüstrisi ve/veya işçiliği (“sanat”) arasındaki farkı vurgulamak için de kullanır. Heidegger’e göre sanatın özü, yani Sanat Varlık alanında; sanat endüstrisi ve/veya işçiliği, yani sanat ise modern, teknokratik bir toplumun hergünkü yaşamı içinde, sanat eserinin üretilmesi, sergilenmesi, izlenmesi, alınması, satılması gibi etkinliklerde çalışır.” S.45-46
“Sanat ile sanat arasındaki fark öncelikle Heidegger’in en merkezdeki metafizik sorusunun bağlamına yerleştirilmelidir: Varlıkların arasında, yani yaşanan deneyimlerde Varlık nasıl gerçekleşebilir; sanat endüstrisinin ortasında Sanat nasıl doğabilir? Çağdaş sanatçılar olarak çalışan bizler için en zor soru hala budur.”
(bu noktada bizde iyi mimarlık nasıl yapılabilir veya nitelikli mimarlık nasıl olabilir,küreşelleşen ortamda diye sorabiliriz?)
“Heidegger de sanat-dünyası diye bir şey olduğununu kabul eder ve o da asıl meselenin bir sanat işinin neye benzediğini, hangi malzemelerle üretildiği ya da onun biçimsel veya estetik nitelikleri olmadığı yolundaki görüşe katılır.”
“Heidegger’in “öz” derken aklında olanın, sanata atfedilebilecek kalıcı, evrensel ve biçimsel bir nitelik olmadığını kayda geçirelim. Sanatın alabileceği pek çok biçimin hepsini birden tanımlayan tek bir nitelik yoktur. Bir şeyin özü, o şeye atfedilebilecek sabit bir nitelik ya da durum değildir. Heidegger’e göre “öz” daha ziyade bir hakikatin ortaya çıkmasına olanak sağlayan bir “olay” ya da “oluş” tur.
“Heidegger’in endişesi, içinde ulunduğumuz tarihselvçağda kafamızı sanat endüstrisine ve/veya işçiliğine bu kadar çok takmamızdan dolayı, sanatın hakikatin oluştuğu asil ve zorunlu mecra olmaktan çıkmasıdır. Sanat dünyasının olduğu yerde, sanatın hakikati unutulur. Şöyle der Heidegger: Şaşırtan, korkutan, hayranlık uyandıran, bildik olanın, zevk verenin alanına girip o alan içinde kuşatıldığında, artık sanat endüstrisi başlamış demektir. Eserler gelecek kuşaklara aktarılsın diye gösterilen her türlü özenli çaba, onları geri kazanmak üzere gösterilen tüm bilimsel gayretler dahi, artık işin kendi varlığına değil, sadece onun hatırasına uzanır. Heidegger sanatın özünün sanat erbaplığında ya da estetik olarak bildiğimiz şeyde de bulunamayacağından emindir. Son olarak yukarıda gördüğümüz gibi Sanatın özünün sanat işleri yaparak, üreterek veya onlarla bir şekilde uğraşarak da bulunamayacağına inanır.”
“Heidegger’e göre, sanat özünde, içinde “hakikat”in (aletheia) doğabileceği bir açıklık yaratma biçimidir.”Sanat hakikati işe koymaktır... Sanat hakikate kaynaklık eder”. Heidegger hakikat kavramını erken dönem Yunan yaşantısı ile ilgili araştırmalarından türetir ve dikkatimizi Romalıların Latinceceye “veritas” şeklinde çevirdiği Yunanca “aletheia” terimine çeker. Biz “veritas”tan, yani “hakikat”ten bir fikrin doğruluğunu anlarız. Bir şey, bir olguyla örtüşüyor ya da konu edindiği şeyi doğru tasvir ediyorsa, hakikati dile getiriyor demektir.”s.47-48
“Hakikatin vuku bulması, daha ziyade bir şeyin kendi içinden açığa çıkartılmasıdır. Şöyle anlatır Heidegger:
Meydana getirmei bir şeyi gizli-kalmışlıktan, gizli-kalmamaklığa çıkarır. Meydana getirme, sadece gizli kalanın, gizli-kalmamaklığa gelmesinde vuku bulur. Bu gelme bizim açığa-çıkmak dediğimiz şeye dayanır ve onun içinde hareket eder. Yunanların “açığa-çıkma” için kullandığı kelime aletheia’dır.” S.48
Van Gogh’un ayakkabıları, bir çift ayakkabıyı tıpatıp tasvir etmeyi becerdiğinden değil, köylünün ayakkabısının Varlığınailişkin bir şeyi açıkladığından hakikati açığa-çıkarmıştır. Bir ayakkabıcı dükkanının vitrinindeki ya da bir katalogdaki ayakkabılar piyasadaki değerlerine indirgenirler, ama Van Gogh’un ayakkabı resmi, ayakkabıların hakikatinin ortaya çıkması için açık bir aşan sunar. Bir an için durdurulur, gündelik hayatın koşuşturmacısından ve düşünme biçimlerinden çıkarılır ve farklı bir düşünce alanına taşınırız. Heidegger’in dediği gibi “ Sanat eserinin de, sanatçının özünden dolayı, varlıkların ortasında öyle bir açık alan aralar ki o açıklıkta her şey alışıldık olandan farklıdır.”s.49
“Bir dünya kuran ve yeryüzünü açığa-çıkartan iş, içinde bir bütün olarak varlıkların gizli-olmamaklığının, yani hakikatin kazanıldığı o çekişmenin başlatılmasıdır. Peki, sanat işinin dünya ile yeryüzü arasında yaşanan çekişmedeki bu dinamiği nasıl anlayabiliriz?”
“çekişme”
“Heidegger açıkça çekişmeyi yaratanın sanatçı değil, sanat işi olduğunu ve söz konusu çekişmenin de dünya ile yeryüzü arasında yaşandığını söyler.”
“taraflar kendi kendilerini aşmaya çalışırlar” “kendini aşmak üretkendir.”
“Yeryüzü ve dünya kavramları: Dünya kavramı, gündelik hayat içinde bizi yapılandıran değer, tavır, pratik ve kuramları içerir. “Yeryüzü” ise daha karmaşık bir kavramdır. Gündelik dilde yeryüzü ve dünya kelimelerini eşanlamlı olarak kullansak da, yeryüzü dendiğinde aklımıza daha çok, insanların üzerinde dünyalarını inşa ettikleri inişli çıkışlı zemin ve/veya o dünyayı inşa etmek için kullandığımız toprak,taş, vs. gibi maddeler gelir.” S.51
“ İşin bu duruşu kayanın içinden, kayanın iri kütlesiyle ama hiçbir şeyi iteklemeden, zorlamadan ve zorlanmadan sunduğu desteği ortaya çıkartır. Bina orada öylece durarak, üzerinde kopan fırtınaya karşı ayakta kalır ve böylece tüm şiddetiyle fırtınayı görünür kılar. Taşın parlaması ve aydınlığı güneş sayesindeymiş gibi görünse de, günün ışığını, gökyüzünün genişliğini, gecenin karanlığını öne çıkartır.”s.52
“ Heidegger’in terimleriyle ifade edersek, yokluk hiçlik değildir, onu oluşmamış-bir-şey olarak anlamamız gerekir. Oluşmamış-bir-şey, mümkün olanın dinamik ve yaratıcı gücüne işaret eder. Bu yeryüzüdür.”s.55
“Dünya kendini yeryüzünde temellendirir, yeryüzü de dünyada yükselir.”s.56
Bunun ne anlam ifade ettiğini oturtamadım,yeryüzü potansiyeli,anlamlı olanı doğurur gibi bişey?
“Ama Heidegger içinde yaşadığımız çağda sanatın ortaya çıkan “hakikat”ının sanat endüstrisi/işçiliği olduğundan endişe eder. Sanat eserlerini yapmak, sergilemek, izlemek, satın almak ve satmakla o kadar meşgul oluruz ki sanatın özünde ne olduğunu unuturuz.”s.57
Kitapta burada sanatın özüne bakmanın neden önemli olduğunu anlatır..
“Heidegger; Tasvir ve/veya tasavvur etme daha ziyade, dünya ile özel bir ilişki kurma veya dünya hakkında özel bir düşünme biçimidir ve dünyanın önceden kavramsallaştırılması esasına dayanır.”s.62
“Heidegger tek bir tasvir ve/veya tasavvur kavramlaştırmasının, diğer tüm kavramsallaştırmaları bir kenara itip, tek başına hakimiyet kurmasına itiraz eder."
vorstellen” “Tasavvur etmek insanın bir şeyi; bir nesneyi, bir kişiyi,dünyayı vs. kendisiyle bir ilişki içine sokarak, gözünün önüne ve karşısına yerleştirmesi demektir.”s.63
“Şehir plancılığı ve mimari tasarım bize bu “model saplantısı”nın güzel bir örneğini sunar. Kibrit çöplerinden, kartondan ya da köpükten maketler, yani modeller yapılır ve bu modeller bize dünyanın neye benzeyebileceğine dair bir resim sunar. Daha sonra da dünya, insan eliyle, o resme benzeyecek şekilde yaratılır.”s.68
“Dolayısıyla modern çağın en temel olayı, dünyanın bir resim olarak fethedilmesidir. İnsanın varolanı gözünde canlandırması, yani tasavvur etme yeteneği sayesinde gerçekliği yapılandırmayı başarmıştır. “Tasvircilik ve/veya tasavvurculuk sayesinde,” der Heidegger, “insan tüm şeyleri hesaplama, planlama ve biçimlendirme yeteneğini devreye sokar. Araştırma-olarak-bilim, insanın kendisini dünyaya bu şekilde yerleştirmesinin mutlak surette zorunlu bir biçimidir.” Tasvir ve/veya tasavvur, biçimsel ve normatif niteliği ile dünyayı anlayışımızı ve varlık olmanın ne olduğunu önceden kurgular.” s.69
“Heidegger, dünya-içindeki-varlığımızı ve şeyler arasındaki yerimizi kabullenecek olursak, şeyleri gözümüzün önüne nesneler olarak yerleştirmek yerine, onlara uyum sağlayabileceğimizi söyler.”
“Heideggerci açıdan bakıldığında, ne sanat tasvirci ve/veya tasavvurcu bir pratiktir, ne de sanat tarihi bir tasvirler tarihi.” s.73
“Sanatçının işini şahsen üretmek yerine taşerona yaptırmasıdır. Bu üretim biçiminde sanatçı, üretim süreçlerini denetleyen bir “yaratıcı yönetmen” ya da “proje yöneticisi” olarak çalışır. Modern teknokratik toplumların bağlamında, stüdyosunda yalnız başına çalışan ve kendi elleriyle sanat işi üreten sanatçı “imgesi” artık arkaik ve modası geçmiş bir görüntü gibidir. Bazıları içi sanat teknolojik üretim haline gelmiştir. “ s.76
“ Heidegger’e göre mesele, şeyleri belli amaçlara hizmet eden araçlar olarak kullanmaya kendimizi kaptırdığımızdan, bir an için durup hayatımızı oluşturan şeylerin ne olduklarını ya da onlarla nasıl bir ilişki kurduğumuzu düşünmemektir. Onların varlıklar olarak Varlıklarının ne olduğunu unutur, onları kendimiz için gerekli kaynaklar olarak görürüz. Gerçekten de, teknokratik bir toplumda her şey, hatta diğer insanlar bile kaynak olur. Biz araçsalcılığın hakimiyeti altında yaşarız; bizim dünyamızda şeyler, kendileri olarak değil, bir-şeye-hizmet-etmek-üzere vardır.”s.77
“Heidegger teknolojiyi sorgulayarak, insan varoluşunun teknolojinin özüne açılmasını ister ki “teknolojik olanı kendi sınırları içinde deneyimleyelim… [ve] ona mümkün olan en kötü biçimde teslim olmayalım”.”
“Heidegger’in derdi, gündelik hayattaki varlıkların teknolojik olanın içinde hapsolmaları, yani teknolojinin özüne yeterince dikkat etmeyip, teknolojinin (ontik alanda) bizim için neler yapabileceğine takılıp kalmalarıdır.”
“Dolayısıyla teknoloji sadece araç değildir. Teknoloji bir açığa-çıkarma yöntemidir. eğer buna kulak verecek olursak, önümüze teknolojinin özüne dair sağlam bir alan açılır… Teknoloji meydana getirmenin ve açığa-çıkarmanın, yani aletheia’nın, yani hakikatin vuku bulduğu alanda oluşur.” s.78
“Heidegger’e göre, teknoloji sanat eseri üretmeye hizmet eden bir araç olarak kullanıldığında, insanlara her şeyi bir kaynağa dönüştürme gücü verir, bunun sonucunda da özel bir tür körlüğe maruz kalırız. Artık dünyadaki şeyleri ve hatta bizzat dünyanın kendisini başka bir şekilde göremez oluruz. Heidegger’in terimleriyle ifade etmek gerekirse, açığa-çıkarma ufkumuz, teknolojinin bizim için yapabilecekleri ile sınırlanır.” s.79
“Teknolojik açığa-çıkarma, çerçeveleme olarak, dünyayı sabit rezerv olarak görür ve insanı da ona görev-veren konumuna yerleştirir.”s.80
*böylece dünyayı nesneleştirir ve kendini de nesneleştirir.ilişki kuramaz,esiri olur.hükmetmek isteyen de hükmedilende. hükmeden hükmetmek dışında bir oluş düşünemez,kaynak olan da hükmedilme ötesine geçemez.
“İnsanları çerçeveleme dediğimiz özel teknolojik açığa-çıkarma biçiminin tehlikelerinden koruyacak olan estetik açığa-çıkarma, yani poiesis’tir.”s.84
“Poesis de, çerçeveleme gibi varlığın mevcuda gelmesinin tarzlarından biridir. Çerçeveleme varolana görev verilmesi ve ona hükmedilmesi ile ilgili bir şeyken, poesis söz konusu olan varolana karşı açık olmaktır. Heidegger, Platon’a göre, “mevcut olmamaklıktan mevcut olmaklığa geçen ve çıkan her ne varsa, orada bir poesis, bir meydana gelme vuku bulur” der.” Heidegger doğada vuku bulan açığa-çıkmanın, yani “physis” in en yüksek anlamdaki poesis olduğunu söyler. Bir goncanın açılması, bir bebeğin doğumu veya bir meyvenin olgunlaşması “physis” örnekleridir.” S.84
“Heidegger modernitenin tamamlayıcı özelliğinin teknolojik açığa-çıkarma olduğunu düşünür. Teknolojik araçların sabit rezerv ile birleşmesiyle, insanların aletleriyle ilişkisi, bir hakim olma ilişkisi halini alır.”
“Heidegger’e göre böyle farklı bir dünya-içinde-varoluşun boy göstermesi, modernitenin sonunun geldiğinin de habercisi olurdu. Artık aletler, insan tarafından bir amaç için kullanılmaya hazır mevcutlar olarak anlaşılmazdı. Teknoloji poesis-olarak-techne şeklinde anlaşılırsa, Heidegger yeni bir açığa-çıkarma minvalinin bize kendisini sunacağına emindir.” S.88
“Demek ki pratik davranış kendi bakışını üretmiştir.”
“el-ile-uğraşma”
“Bu fenomenolojide, dünya şeylerin ve mekanların nesnel dünyası değildir, daha ziyade Dasein’ın içine fırlatıldığıdır.”
“Heidegger’e göre, şeylere-ortasında-varolduğumuzdan, dünyayı ne onun hakkında teorik bir şekilde düşünerek anlayabiliriz, ne de onu objektif olarak bilmemiz mümkündür. Aksine dünyamızı ancak şeylerin-ortasında-olarak, onları kullanarak, onlarla ellerimizle uğraşarak anlayabiliriz. Heidegger’in “dünyanın dünyasıllaştırılması” dediği şey budur. Dünya-içinde-varolmanın temelde pratik olan doğasının altında, dünya ile haşır-neşir-olmaklığımız, yani dünya ile kurduğumuz ilişkilerde yatar.”s.92
“Alışkanlıkla yaptığımız etkinliklerde her şey görünmez olur ve şeyler belli amaçlara hizmet eden araçlar halini alır.”s.93
“Heidegger’in dünyayı soyut kuramlar yoluyla değil, onunla pratik bir şekilde haşır neşir olarak anlayabileceğimiz yolundaki bu inancında buluruz.”
“El ile uğraşma bir “dert etme”, “ihtimam gösterme” ilişkisidir ve dünyanın (bilen insan özneleri olarak) bilginin bir nesnesi olarak göz önüne yerleştirildiği, önceden tasavvur edildiği türden bir ilişki değildir.”s.94
“Pratik süreç içindeki bu düşünme biçimi yaratıcı sanatlarda, “malzeme düşüncesi” olarak bilinir.”
“Malzeme düşüncesinin temellerini, Heidegger’in gereç çözümlemesinde bulmak mümkündür. Bu çözümlemede, Heidegger malzeme ve süreçlerle ellerimizle uğraşırken gelen özel bilgi türünü inceler. Onun dünyanın bir gerecin kullanılması yoluyla nasıl “zaten keşfedilmiş” olduğuna ilişkin modeli, bir pratik kavramlar dizgesi etrafında döner. Heidegger’e göre dünyaya ilişkin en temel münasebetlerimizi, kullandığımız şeylerle kurarız.”s.95
“Heidegger’e göre, bir şeyin sadece dışarıdan nasıl göründüğüne baktığımızda, o şey sadece bir mevcut olarak önümüzde durur. Yani çekiçle münhasıran teorik bir şekilde ilgilendiğimizde çekiç, bir çekiç olarak varlığını, yani yararlılığını ve elverişliğini anlamamıza izin vermez. Çekicin çekiçliği, ancak ele alınıp kullanıldığında anlaşılabilir.”s.97
“İşte nasıl çizeceğimizi, nasıl dans edeceğimizi veya nasıl yazabileceğimizi artık bildiğimizi hissetmeye başlamamıza olanak sağlayan bu bakışa Heidegger bir-şey-için-bakış (Umsicht) adını verir.”
“Heidegger’e göre “yeni” bir-şey-için-bakışla doğar.”s.98
“”Anlamak” daha ziyade el ile uğraşmaktan,dünyaya fırlatılmış olmaktan ve şeylerle münasebet kurmaktan gelen dert etmedir.”
““Sanat” daha önce kurgulanmış bir fikrin,bir düşüncenin tasvirinden ibaret bir şey değildir. Bu formülasyonda gereçler, malzemeler ve fikirlerle pratik bir şekilde uğraşmak, her türlü kurumsal-bilişsel uğraşıdan önce gelir.”
“Benzer bir şekilde iyi bir fikrimin olduğunu düşünebilirim, ama o fikirle çalışmadan,onunla “ellerimle-uğraşmadan”, o fikrin beni nereye götüreceğini bilemem.”
“Heidegger: İlk olarak pratik davranış ateorik değildir, çünkü elle uğraşmak kör değildir, aksine kendine ait bakışını üretir.”s.100
“Şeylerin önümüze fırlattığı olanakları yorumlamamıza ve onlara tepki vermemize olanak sağlayan önyapılarımızdır. Heidegger önyapının üç farklı boyutunu ayrıştırır: önsahiplik, öngörü ve önkavramsallaştırma. Önsahiplik bir şeye ve o şeyin içinde varolduğu bağlama dair anlayıştır. Öngörü, o şeyin yorumlanmasına olanak sağlayan merceği sunar.Son olarak “önkavramsallaştırma” mevcut olan bir şeyi anlayabilmek için, insanın önceden sahip olması gereken bilgidir.”s.101
“Heidegger’in bir-şey-için-bakış kavramı sayesinde, malzemelerimizle ilişkilerimizin, onlara hakim olma ilişkileri olmadığını, tam aksine malzemelerimizin ve gereçlerimizin, kendilerince doğmaları ve işlemelerine olanak vermek adına onlara karşı duyarlı olmamız gerektiğini anlarız.”s.103
“Gümüş kadehinin yapıldığı madde gümüştür. Onun, bu madde olarak (hyle) kadehte ortak sorumluluğu vardır. Kadeh oluşturduğu maddeyi, gümüşe borçludur. Ama kutsal kadehin borcu sadece gümüşe değildir. Bir kadeh olarak gümüşe borçlu olan, dış görünüşünde, bir broşa ya da yüzüğe değil, bir kadehe benzer. Dolaysıyla kutsal kadeh,aynı zamanda kadeh görüntüsüne de (eidos) borçludur. Hem kadeh görüntüsüne izin veren gümüş, hem de gümüşün görünmesine izin veren kadeh görüntüsü, kendilerince kutsal kadehte ortak sorumluluk taşır... Ama kadehten, her şeyden önce sorumlu olan bir üçüncü daha vardır. Bu, kadehi ilk başta takdis ve bağış alanına sınırlayandır. Onun sayesinde kadeh kutsal bir kadeh olarak çerçevelenir. Çerçeveleme o şeyin sınırlarını çizer... Son olarak, tamamlanmış kutsal kadehin önümüzde kullanıma hazır olarak durmasında bir dördüncü de ortak sorumluluk taşır: gümüşçü ustası.” (sanat işinin kökeni,heidegger) s.107
“Heidegger’e göre, yaratmak bir şeyin açığa-çıkmasına veya meydana gelmesine izin vermeyi içerir.”
“Bir gonca kendiliğinden çiçek açar, ama sanatçı bir başkasında açılmayı mümkün kılar. Bu “bir başkasında meydana getirme” denilen şeyi nasıl yorumlamalıyız?”
“Heidegger’in biçim-madde yapısı dediği bu kavramsallaştırma uyarınca, sanatçılar ve ustalar maddeyi biçim yaratmak için kullanırlar; sanatçının biçim veren edimi ile bir sanat eseri varlık kazanır. Nitekim sanatçının bir yaratıcı olarak kimliğini teyit eden de bu edimdir. Ama Heidegger’e göre yaratılmış olmaklıkta söz konusu olan meydana getirme bu değildir.”
“Biçim-madde yapısı bizi sanatın özü itibariyle ne olduğunu düşünmekten alıkoyar, dolayısıyla da yaratıcının rolünü yaratılmışlıkla karıştırır. “Yaratılış”tan ve “yaratılmış olmaklık”tan ne kastettiğini anlamak için Heidegger bizi eski Yunanlıların “techne” kavramına geri götürür. Yunanlılar techne kelimesini ustalığı ve sanat etkinliğini tanımlamak için kullanır, hem ustaya hem de sanatçıya technites derlerdi. Ancak eski Yunanlılar için techne hiçbir zaman üretme edimine gönderme yapmaz ve onlara göre sanatın özü de sanatçının veya ustanın el becerisi ile ilgili değildir. Techne daha ziyade bir şeyin gizli-kalmamaklığa çıkışına olanak tanıyan bir bilme mihvalidir.” S.108-109
“Modernizm akımının modernist-dahi-sanatçı anlayışında yaratıcılık, egemen öznenin dehasını ifade etmesi olarak yanlış bir şekilde yorumlanıyordu. İçinde yaşadığımız çağda ise, sanatçılar daha farklı bir statü kazanmış durumdalar: Artık ünlülük mertebesine yükselmiş olanlara Büyük Sanatçı gözüyle bakılıyor. Onların öznellikleri, sadece imzalarını taşıyan sanat eserleri değil, başka mal ve hizmetlere de değer katabiliyor.”s.109
“Heidegger ısrarla sanat eserinin kökeninde sanatçı değil, Sanatın olduğunu söyler.”
“Yaratılmış olmaklıkta, sanatçının sorumluluğu Sanat olanağını yaratmak, Sanatı varmak üzere yola koymaktır. Sanat bir kez yola koyulduktan sonra, sanatçı işe kıyasla önemini yitirir.”
“Roland Barthes’ın çığır açan makalesi “Yazarın Ölümü” (1977) ve Michel Foucoult’nun “Yazar Nedir?” (1986) başlıklı denemesi özgünlük, sahicilik ve niyetlilik gibi kavramların postmodern bir dünyada modası geçmiş kavramlar olduklarını teyit ederler. Barthes ve Foucoult özellikle yazıdan ve yazarlardan bahseder, ama onların yazılarından çıkartılabilecek dersler sanatçılar ve sanat eserleri arasındaki ilişkiyi düşünmek açısından da önemlidir.”s.110
“Heidegger, işe kendi niyetlerimiz ve önkabullarmizle gözümüz kamaşmış ya da önceden varolan yorumlama modelleri ile donatılmış olarak yaklaştığımız sürece ontik alanın ötesine, Varlığın açıklığına ulaşamayacağımızı söyler. Varolan her şey sabit rezervse ve amaca-hizmet-eden bir araç olarak insanın kullanımına hazırsa, insanların onu “oluruna” bırakması çok zordur.”s.112
“Heidegger bize nedenselliğin, ilk olarak Aristo’nun dört neden öğretisiyle açıkladığını anımsatır. Aristo’ya göre ilk neden cause materialis, yani maddi nedendir. Burada söz konusu olan bir şeyin kendisinden yapıldığı madde ya da malzemedir. İkinci neden cause formalis, yani formel ya da biçimsel nedendir. Burada söz konusu olan maddenin aldığı şekildir. Üçüncü neden cause finalis, yani ereksel nedendir. Burada söz konusu olan bir şeyin hizmet edeceği amaçtır. Son olarakdördüncü neden cause efficiens,yani etkin nedendir. Tamamlanmış objeyi ortaya çıkaran cause efficiens, gümüş kadeh örneğinde gümüşçü ustasıdır.”s.115-116
“ Heidegger’in yaratılmış olmaklığı yeni baştan düşünmesi ve nedenselliği yeniden yorumlaması, ustalık ve araçsallık yerine, borçlu olmayı ve dert etmeyi vurgulayan çok farklı bir dinamiği ortaya çıkartır.”s.116
“Heidegger’in düşüncesinde bahsi geçen üç sorumlu olma biçimi de, “kadehin meydana getirilmesinde nasıl devreye sokulup görünürlük kazandıklarını” gümüşçü ustasının çabalarına borçludur.”s.117
“Heidegger ortak sorumluluk ve borçluluktan bahsederken, çok daha radikal bir değişiklik getirir. Onun düşüncesinde insan olan ve olmayan unsurlar (malzeme,fikirler ve erek) sanat eserinin üretilmesinde değil, Sanatın doğmasında ortak sorumluluk taşırlar.”s.118
“Heidegger’in terimleriyle ifade decek olursak Piccinini’nin yaptığı “bir şeyi varmak üzere yola koymaktır”. Fikirlerle, insan olan ve olmayan işbirlikçileri ve bağlamlarla özenli ve dikkatli bir şekilde uğraşarak, Piccinini işi kavramsallaştırır, işin ortaya çıkmasına neden olan ilişkiler ağını harekete geçirir ve son olarak tüm bu parçaları birleştirerek, onlara görünürlük kazandırır. Tüm bu çabasında, o da diğer katılımcılara borçludur. Heidegger’in “sanatsal ve şiirsel ortaya çıkarma ve somut imgelem... bir meydana getirme,poesis” dediği şey budur.”s.120
Dikkatli ve özenli haşır neşir olma
“Neredeyse sanata ve sanatçılara yönelik uzmanlaşmış düşüncenin başladığı andan itibaren, bu düşünceye estetik denmiştir. Estetik sanat eseri bir nesne olarak aisthesis’in, yani en geniş anlamıyla duyumsal idrakin bir nesnesi olarak ele alır. Biz bugün idrake yaşanmış deneyim diyoruz. İnsanın sanatı deneyimleme biçiminin, sanatın özüne dair bilgi verebileceği sanılır. Yaşanmış deneyim, sadece sanatın takdir edilmesi ve ondan zevk alınmasının değil, sanatsal yaratıcılığın da kaynağı ve standardı olmuştur. Her şey bir yaşanmış deneyimdir, ama belki deneyim sanatın içinde öldüğü unsurdur. Bu ölüm o kadar yavaş olur ki birkaç yüzyıl sürebilir.”s.123
“Heidegger’in estetik eleştirisi, modern sanatın hayatla bağlarının koptuğu yolundaki değerlendirmesinden kaynaklanır. Heidegger modern sanatı, daha eski (Sokrat öncesi) etik sanat kavramsallaştırması ile karşılaştırır. Bu daha eski kavramsallaştırmada sanat bize nasıl yaşayabileceğimiz konusunda kılavuzluk yapan bir şey olarak görülür. Heidegger bu sanat kavramsallaştırılmasının yerini duyumsal idrakle, yani deneyimle bağlantılı bir kavramlaştırmanın aldığını iddia eder.”s.126
“Heidegger “büyük sanat”ı sanatın özüne ilişkin yaptığı tanımdan hareketle tarif eder. Büyük sanat insanların hergünkü yaşamlarında bir fark yaratan, dünya-içindeki-varoluşumuzu anlamaya yönelik etik bir zemin sunan sanattır.”
“Heidegger’e göre büyük sanat “varolanların bir bütün olarak hakikatini, yani koşullu olanı, mutlak olanı” açtığı ve böylece “hakikati açan” niteliği nedeniyle belirli bir tarihsel bağlamda nasıl yaşayacağımıza dair kılavuzluk yaptığı için belirleyici bir rol oynar.”
“Yunanlıların tavırlarının temelinde önlerinde-durana (hypokeimenon) savunmasız bir şekilde açık ve maruz kalmaklık vardı. Bu da varlıkların hakikatinin onlara açılmasına olanak tanıyordu. Sokrat öncesi Yunanlılar için hakikat, modern bilimde olduğu gibi doğruluk değil, varolanın meydana getirilmesi, açığa-çıkarılmasıydı. Bu bağlamda sanat ve zanaat, diğer tüm “hakikat” açma mihvalleri ile birlikte, üretmek anlamında değil, bir bilme mihavli olarak techne idi. Yunan toplumu estetik yerine, etik bir sanat kavramı sunuyordu. ”
“Heidegger’e göre Yunan döneminde sanat ile etik bir hayat kavramı arasında çözülmez bir bağ vardı. Oysa modern çağda sanat, sanatçı ve bütün olarak kültür için böyle bir rol oynamaz. Heidegger’in büyük sanatın ölümünden bahsederken kastettiği budur.s.127
“Heidegger: Güzel olan, “kendisini gösterirken bu durumu meydana getirenden başka bir şey değildir.””
“Erken dönem Yunanlılar için güzellik, sadece bir şeyin dış görünüşünün verdiği keyif olarak varolmaz, bir şeyin Varlığının hakikatinin açığa-çıkması olarak varolur. “Güzellik,” der Heidegger, “hakikatin işte varolması ve iş olarak varolmasıdır.””s.129
“Mantık, felsefenin hakikat ile ilgili meselerle ilgilenen dalı, etik insan karakteri ve iyi olanla ilgili dalı, estetik ise güzel olan karşısındaki duyu, duyumlanım ve hissiyat ile ilgili dalı olur.”s.130
“Heidegger, hakikat üzerinde bilimin tahakküm kurduğu modern dünyada sanatın, belki hayatın kalitesini artıran, ama hayat adına asli ve temel bir şey olarak görülmeyen, bir boş zaman etkinliğine indirgendiğini söyler.”s.131
“Postmodern eleştirmenler değerlerin ve güzelliğin evrensel veya aşkın nitelikler olmadığını, göreli ve kültürel olarak konumlanmış şeyler olduğunu iddia ederler.”s.133
“Heidegger’e göre, hakikati anlamanın birincil zemini öncelikle physis ve poiesis’ten türer. Özgün ve özde hakikat poisesis olarak sanatta vuku bulur. Hakikat gerçeklik ile örtüşme değil, kendisini açan varoluştur. Bir şeyi gizli kalmaklıktan, gizli kalmamaklığa çıkartan kendini açmaya aletheia deriz. Hakikati yaratan kanıtlanmış olguların tasvir edilmesi değildir; hakikat pratikte, pratik aracılığıyla doğar. Hakikat doğru ya da yanlış şeklinde değerlendirilecek bir şey değildir,süreç içinde vuku bulur. .. Hakikat ölçülebilir bir çıktı değil,bir süreçtir.”s.146


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Peter Zumthor Mimarlığı Hakkında

Zumthor, “Atmosferler” kitabında nitelikli mimarlığın kendi için ne anlama geldiğini; nitelikli mimarlık ürünü onu deneyimleyen kişi ...