Loos, A. (2015). Mimarlık Üzerine (A.
Tümertekin, N. Ülner Çev.). Janus Yayıncılık, İstanbul.
Frank Lloyd Wright 1954,mimarlıkta ve
hayatta en çok ihtiyaç duyulan şey; dürüstlük tıpkı insanda olduğu gibi,binada
da en derin niteliktir...” s. 88-89
"İnsanlar ne kadar entelektüel bakış
açısına sahip olursa yaşamlarını o kadar gereksiz ayrıntıdan temizlerler,yani
yaşamın özüne geri dönerler."s.11
"Loos'a göre mimarlık duygusal olarak
deneyimleyebileceğimiz bir atmosfer yaratmaktır. Mimarın en önemli görevi de
biçimden önce bu atmosferi tasarlamaktır." "Gaston Bachelard'ın
"Mekanın Poetikası" adlı kitabında belirttiği gibi, arkanızı dönüp
gittiğinizde bir mekana dair aklınızda kalanlar,gördüğünüz görsel detaylardan
çok,o mekanın size duygusal olarak yaşattıkları,bir başka deyişle
hissettirdikleridir." "Loos'a göre mimarlık seyredilmek için
değil,içine girilip deneyimlenmek için vardır." s.15
"Mekan insan yaşantısının bir
uzantısıdır.İnsan oarada hayallerini,umutlarını,geçmişte geçirdiği güzel
günlerin anılarını bulur." s.22
"Bir resim,bir gravür,bir
heykel,esinlenişin şimşek gibi çakmasındankaynaklanır; eser de birkaç hafta ya
da ay içinde dünyaya getirilebilir.Mimarlıktan farklıdır.Sadece hazırlık
çalışması bile yıllar süren zihinsel ve sanatsal bir etkinlik gerektirir ve
insan bütün ömrünü bu çalışmayla tüketebilir." s.27
"Mimarlık,binlerce yıl boyunca varolan
binalardan durmadan etkilenen alışkanlık ve duygulara dayanmaktadır.Aslında
mimar ne yapar?Malzemeler kullanıp bu malzemelerin doğasında olmayan duygular
uyandırır bizde. Bir kilise inşa eder. İnsanların hürmetkar olması gerekir. Bir
bar inşa eder. İnsanların kendilerini rahat hissetmesi gerekir. bu nasıl
yapılır? Geçmişte hangi binaların bu duyguları uyandırdığına bakarsınız. İşe
buradan başlamalısınız,çünkü insanlar bütün ömürleri boyunca hep bazı odalarda
ibadet ettiler,bazı odalarda da içki içtiler. Duygu doğuştan gelmez,sonradan
edinilir ve mimar da sanatı konusunda ciddiyse,edinilmiş bu duyguları
hesaba katmak zorundadır." s.30
"Çağın maddi ihtiyaçlarını
karşılayabilmesi için,mimarın modern bir insan da olması gerekir. Çağdaşlarının
kültürel ihtiyaçlarını baştan başa anlamış olması yetmez, bu kültürün en ön
safında da yer alması gerekir.Çünkü bir zemin planını tasarlarken,eşyaları ve
hırdavatı tasarlarken,kendi kültürünüzün bazı biçim ve adetlerini farklı bir
mühür basabilecek güçtedir. Dolayısıyla,herhangi bir değişikliğin kötüye değil
de daha iyiye doğru olması,onun üstlenmesi gereken bir görevdir." s.29-32
"Sanatçının görevi yeni malzemeye uygun
yeni bir dil bulmak olmalıdır.Başka her şey taklitten ibarettir." s.41
"Bir kilogram taş mı yoksa bir kilogram
altın mı daha değerli? Gülünç bir soru. ama sadece bir tüccar için gülünç.
Büyük bir sanatçı,"Benim gözümde bütün malzemeler aynı değerdedir"
diyecektir." s.43
"Kırma taş kaldırım taşı olarak
kullanırız graniti. en sıradan taştır,bildiğimiz en sıradan malzemedir. Buna
rağman graniti değerli bir inşaat malzemesi sayanlar da var,değil mi? Bu
kişiler malzeme dediklerinde aslında emeği kastediyorlar. İnsan
emeğini,beceri ve sanatı kastediyorlar. Granitin dağlardan çıkartılması için
çok uğraşmak gerekir, kullanılacağı yere getirmek için çok uğraşmak
gerekir,yontulması için,işlenmesi için,cilalanması ve çekici hale getirilmesi
için çok çalışmak gerekir. Cilalanmış bir granit duvara hayran oluruz.
Kullanılan malzemeden dolayı değil,ne kadar uğraşılıp da bu hale geldiğini
bildiğimiz için hayranlık duyarız. Buna rağmen granit,harçtan daha mı değerli?
İlle de değerli değil. Bezemeleri Michelangelo'nun elinden çıkmış stucco duvar
en güzel cilalanmış graniti gölgede bırakır. Bir nesnenin değeri,bu nesnenin
ortaya çıkartılması için harcanan emeğin sadece niceliği değil,niteliği ile de
belirlenir."s.44
"Eski zamanlarda insanlar en kolay elde
edebildikleri malzemeleri kullanırlardı.Bazı yerlerde tuğla,bazı yerlerde de
taştı bu,hatta duvarların sıvanıp bırakıldığı da olurdu. Böyle yapanlar malzeme
olarak taş kullanan mimardan daha mı aşağı sayardı kendilerini? Niye saysınlar
ki? Kimenin hiç aklına gelmezdi böyle bir şey. Yakınlarda taş ocağı mı vardı,o
halde onlar da taş kullanacaklardı,uzak yerden taş getirmek onlar için sanatla
değil parayla ilgili bir meseleydi. Eski zamanlarda sanat, yani işin niteliği
bugünden çok daha değerliydi."s.45
"Kültür çağına ait olup da zevksiz
olan,eskiden kalma tek bir şey gösterebilir misiniz bana? Taşra kasabasındaki
en beceriksiz ustanın elinden çıkan binalar bile zevk ürünüydü. Büyük ustalar
olduğu gibi bir de daha küçük ustalar vardı elbette. büyük ustalar sahip
oldukları derin bilgi sayesinde dünyanın ruhuyla başkalarından çok daha yakın
temastaydılar. Mimarlık insanlarda bir ruh hali yaratır,dolayısıyla mimarın
görevi de bu ruh haline somut bir anlatım kazandırmaktır. Bir odanın sıcak
görünmesi,bir evin de içinde rahatça yaşanabilir olması gerekir. Mahkemlerin
gizli işlenen suçlara karşı bir tehdit hissi uyandırması gerekir. Bir bankanın
"paranız burada dürüst ellerdedir" demesi gerekir. Bir mimar ise
bunu, geçmişte insanlarda bu ruh halini yaratmış binalara geri dönerek
gerçekleştirebilir ancak.Çinli'ye göre beyazdır matem rengi, bizim içinse
siyah.Dolayısıyla mimarlarımızın siyah bir boya kullanıp neşeli bir hava
yaratabilmesi de olanaksızdır. Ormanda dolaşırken,altı ayak uzunlukta üç ayak
genişlikte,piramit biçiminde yığılmış topraktan oluşan bir tümsek
görürsek,kasvet çöker içimize ve içimizden bir ses,"Biri gömülmüş
buraya" der. İşte bu mimarlıktır." s.85-86
“Ovalarda binalar düşey
eklemlendirilmelidir,dağlardaysa yatay eklemlenmeye gidilmelidir. İnsanın
meydana getirdiği eserlerin Tanrı’nın eserleriyle rekabet etmemesi gerekir.”
S.126
“Eski moda olduğunuz için eleştirilmekten
korkmayın. Daha iyiye gitme değilse, inşaat yapma tarzında değişikliğe hiç
gerek yoktur. Daha iyiye doğru götürülmüyorsa, bırakın hep olduğu gibi devam
etsin her şey. Çünkü yüz yaşında bile olsa, hakikat bizim iç varlığımıza,
yanıbaşımızda yürüyen hakiki-olmayandan çok daha sıkı sıkıya bağlıdır.” S.127
“İyi malzeme,Tanrı’nın kendi harikasıdır.
Değerli bir sıra inciye karşılık Lalique’nin bütün eserlerini ya da Wiener
Werkstatte’nin bütün mücevherlerini seve seve verirdim.” S.134
“1898 yılında bütün ahşaplar
kırmızı,yeşil,mavi ya da mor boyalıydı (mimarların çizim masalarının yanında
boya kutuları dururdu) ve ben Cafe Museum’da modern bir eserde ilk kez maun
kullandığımda, Viyanalılar özgün biçimler ve renkler dışında bir de malzeme
çeşitliliği diye bir şey olduğunun farkına vardılar. İşçilik farkı diye bir şey
olduğununda farkına vardılar.” S.134
“Fotoğraflar gerçekliğin maddı yanını yok
ederler,ama benim tam istediğim de, tasarladığım odalardaki insanların
etraflarındaki malzemeyi hissetmeleri, malzemenin onları etkilemesi,kendilerini
içine alan odanın farkında olmalarını, malzemeyi, ahşabı hissetmelerini,
görmelerini,dokunmalarını,şehvetle algılamalarını, sandalyeye rahatça
oturmalarını ve sandalye ile çevresel dokunma duyularının geniş bir alanı
arasındaki teması hissetmelerini ve “olması gerektiği gibi oturmak budur işte”
demelerini isterim. Tasarladığım sandalyalere oturmanın ne kadar iyi olduğunu
fotoğrafta nasıl gösterebilirim ki? Sandalye ne kadar iyi fotoğraflanmış olursa
olsun, fotoğrafa bakan birinin bu sandalyeye oturmanın ne kadar iyi olduğunu
fotoğrafta nasıl gösterebilirim ki?” s.144
“Bir dairenin asla tamamlanmamış olması gerekir.
Biz insanlar, kendi fizik ve psikolojik gelişimimiz açısından son halimizi
almış, tamamlanmış mıyız?” s.149
“Çağımızın büyüklüğünün, yeni süslemeler
yaratma beceriksizliğimizde yattığını görmüyor musunuz? Süslemenin ötesine
geçtik,düz, bezemesiz yalınlığı gerçekleştirdik.” S.163
“Süslemenin yeniden rağbet görmesiyle
estetik gelişimimizin uğradığı zararı ve yaşadığı tahribatı sineye çekmekte
zorlanmalıyız,çünkü hiç kimse ve hiçbir şey, devletin gücü bile, insanlığın
evrimini durduramaz. İnsanlığın evrimi olsa olsa yavaşlatılabilir. Ama ekonomik
açıdan bakıldığında bir suçtur, çünkü insan emeğinin, para ve malzemenin boşa
harcanmasına yol açar. Zaman bu zararın üstesinden gelemez.” S.165
“Süslemede yaşanan moda değişikliği, işçinin
emek ürününün zamanından önce değer kaybetmesiyle sonuçlanmaktadır; işçinin
zamanı ve kullanılan malzeme sermayenin heba edilmesidir. Şu ilkeyi
oluşturmuştum: Bir nesnenin biçimi kalıcı olmalıdır, yani nesnenin kendisi
ömrünü tamamlayıncaya kadar bu biçimi de katlanılabilir bulmalıyız.” S.168
“Afrikalı’nın süslemelerini, İranlı’nın
süslemelerini, Slovak köylü kadının, kunduracımın süslemelerini kabul
edebilirim, çünkü bunlar onların varoluşlarının en yüksek noktasına
erişmelerini sağlıyor, bunun için başka olanakları yok zaten. Süslemeyi
yürülükten kaldıran sanata sahibiz. Bütün gün didinip çalıştıktan sonra,
Beethoven ya da Tristan dinlemeye gidebiliriz. Kunduracım yapamaz bunu. Onun
dinini elinden almam gerekmez, çünkü yerine koyacağımız bir şey yok zaten
elimde. Ama Dokuzuncu’ya giden sonra da oturup bir duvar kağıdı tasarlamak
isteyen biri ya sahtekardır ya da yozlaşmış biri.” S.172
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder