Pallasmaa, J. (2011).Tenin Gözleri: Mimarlık ve
Duyular (A.U. Kılıç, Çev.).YEM Yayın, İstanbul.
“ Şu açık ki, “yaşamı yükselten”- Goethe-
mimarlık tüm duyulara birden seslenmeli ve kendilik imgemizi dünya
deneyimimizle kaynaştırmalıdır. Mimarlığın asli zihinsel görevi barındırma ve
bütüleştirmedir. Mimarlık bizi salt kurgu ve hayal dünyalarında iskan etmek
için değil, dünyada -olmak deneyimimize tercüman olmak ve gerçeklik ve kendilik
duygumuzu güçlendirmek içindir. “
“Binalar ve şehirler
,insani varoluş durumunu anlamak ve onunla yüzleşmek için gerekli ufku sağlar”
Böyle bir etkiye
sahip araç nasıl üretilmelidir. soru aslında bu!
“Anlamlı mimarlık
kendimizi bedenli ve tinsel tam varlıklar olarak deneyimlememizi sağlar.” s.14
“İster sanatçı olsun
ister zanaatçı,çalışırken dışsal ve nesnelleştirilmiş bir soruna odaklanmış
olmaktan çok, kendi bedenleriyle ve varoluş deneyimlerini doğrudan doğruya işin
içine katarak çalışırlar. Akıllı bir mimar bütün bedeni ve kendilik duygusuyla
birlikte çalışır. Bir bina ve nesne üzerinde çalışırken mimar aynı zamanda bir
tür tersten perspektifinde içindedir: kendi kendilik - imgesi, ya da daha
doğrusu,varoluşsal deneyimi. Yaratıcı emekte güçlü bir özdeşleşme ve yansıtma
gerçekleşir; yaratıcının bütün bedensel ve zihinsel yapısı iş mahaline
dönüşür.”s.15
“Tüm sanatlar gibi
mimarlıkta temelde insanın zaman ve mekanda varoluşuna ilişkin sorularla
karşılaşır, insanın dünyada olmaklığını dışa vurur ve anlatır. Mimarlık
kendilik ve dünya, içsellik ve dışsallık,zaman ve süre yaşam ve ölümle ilgili
sorularla derinlemesine iç içedir.” s.21
“Çağdaş mimarlığın
ve şehirlerin insanlık dışılığı, bedenin ve duyuların ihmal edilmesinin bir
sonucu ve duyusal sistemimizin dengesizliği olarak anlaşılabilir.” s.24
“ Nihilistik
mimarlık, kişinin beden-merkezli ve bütünleşik dünya deneyimini pekiştirmek
yerine bedeni devreden çıkarır ve yalıtır; kültürel düzeni yeniden kurmaya
çalışmak yerine kolektif anlam okumasını olanaksız kılar. “ s. 30
“ Binalar
plastisitelerini,bedenin dili ve bilgeliğiyle bağlantılarını
kaybettikçe,görmenin serin ve uzak diyarında yanlızlaşırlar. Dokunsallığın
,insan bedeni için,özellikle el için ,üretilmiş ölçü ve detayların kaybıyla
birlikte , mimarlık yapıtları itici biçimde düz,keskin kenarlı ,maddesiz ve
gerçekdışı oldular.” s.39
“aura” duygusu
,mevcudiyetin otoritesi,Walter Benjamin’in sahici bir sanat yapıtının zorunlu
bir niteliği olarak gördüğü şey,kaybedildi.”
Malzemenin bir araya getirilişi;
“Bugünün standart
yapılarının yavanlığını zayıflamış bir maddesellik duygusu pekiştirmektedir.
Doğal malzemeler (taş,tuğla ve ahşap) , görüşümüzün yüzeylerinden içeri girmesine
izin vererek bizi maddenin sahiciliğine ikna eder. Doğal malzemeler hem
yaşlarını ve tarihlerini,hem de kökenlerinin ve insan tarafından
kullanımlarının hikayesinin anlatırlar. Tüm madde zamanın sürekliliği içinde
vardır; aşınmışlığın patinası zamanın zenginleştirici deneyimini yapı
malzemelerine ekler. Ama bugünün makineyle üretilmiş malzemeleri (geniş cam
paneller,emaye metaller ve sentetik plastikler) maddi özlerini ve yaşlarını
iletmeksizin sert yüzeylerini göze sunarlar. Bu teknoloji çağının binaları çoğu
zaman kasıtlı olarak her dem taze kusursuzluğu hedeflemekte ve
zaman boyutunu , başka deyişle,kaçınılmaz ve zihinsel olarak anlamlı olan
yaşlanma izlerine yönelik bu korku ölüm korkumuzla ilişkilidir.” (tenin
gözleri,pallasmaa, s. 40)
“Mimarlık,özünde,doğanın,insan
yapımı aleme doğru algılamanın zeminini ve dünyayı deneyimleme ve anlamanın
ufkunu sağlayan uzantısıdır. Yalıtık ve kendine yeten bir yapıntı
değildir;dikkatimizi ve varoluşsal deneyimimizi daha geniş ufuklara yöneltir.
Mimarlık aynı zamanda toplumun kurumlarına ve gündelik yaşamın koşullarına
kavramsal ve maddi yapısını veririr. s.52
“Her etkileyici mimarlık deneyimi
çokduyulu bir deneyimdir; göz,kulak,burun,ten,dil,iskelet ve kasın her birinin,
mekan, madde ve ölçekle ilgili niteliklerin ölçülmesinde eşit payı vardır.
Mimarlık varoluşsal deneyimi, kişinin dünyada olma duygusunu güçlendirir ve bu
özünde güçlenmiş bir kendilik deneyimidir.Mimarlık, salt görme ya da klasik beç
duyu yerine, birbiriyle etkileşen ve kaynaşan birçok duyusal deneyim alanı
içerir.” (tenin
gözleri,pallasmaa, s.52)
“Hegel,mekansal
derinlik duygusunu verebilecek tek duyunun dokunma olduğunu ileri sürer,çünkü
dokunma ‘maddi cisimlerin ağırlık,direnç ve üçboyutlu şekillerini(gestalt)
duyumlar,böylece bizi,ötemizde dört bir yana uzanan şeylerden heberdar eder.’.” s.54
“Bir mimarlık yapıtı
izlenimlerden oluşmuş karmaşık bir bütün doğurur.Bir mimarlık yapıtı,birbirinden
kopuk imgeler koleksiyonu gibi değil,maddi ve ruhani mevcudiyetiyle bütünüyle
cisimleşmiş olarak deneyimlenir.Bir mimarlık yapıtı hem fiziksel hem de zihinse
yapıları bir araya getirerek kaynaştırır. Mimari çizimde ki görsel cephedenlik
(visual frontality) mimarlığın gerçek deneyiminde kaybolur. İyi mimarlık,gözün
haz veren dokunuşu için kalıba dökülmüş şekiller ve yüzeyler sunar.Bir mimari
mekan düşüncelerimizi çerçeveleyerek ,durdurarak,güçlendirerek ve odaklayarak
kaybolmalarını önler. varlığımızı dışarıda da duyumsayabilir ve
düşleyebiliriz,ama berrak düşünmek için bir odanın mimari geometrisine ihtiyaç
duyarız. Düşüncenin geometrisi odanın geometrisini yankılar. ” s.56
“Mimarlık sanatı da
insanın dünyadaki varlığıyla ilgili metafizik ve varoluşsal sorularla uğraşır.
Mimarlık yapmak berrak düşünmeyi gerektirir, ama bu düşünme duyular ve beden
aracılığıyla, mimarlığın özgül ortamıyla gerçekleşen özgül cisimleşmiş bir
düşünme biçimidir. Mimarlık , insanın dünyayla ete bürünmüş biçimde karşılaşmasını
‘plastik duyular- le corbusier’ aracılığıyla işler ve iletir.”s.58
“Ontolojik anlamını
yitirmiş olan pencere artık duvarın yokluğundan ibaret. “Örneğin devasa cam
yüzeylerin kullanımı […] binalarımız içtenlikten ,gölge ve atmosfer etkisinden
yoksun bırakmaktadır.
[…] “Mahrem yaşam
duygumuzu yitirdik ve esasen evden uzakta kamusal hayatlar yaşamaya mecbur
bırakıldık.” diye yazıyor,çağdaş mimarlıkta içten gizliliğin,gizemin ve
gölgenin sahici büyücüsü Luis Barragan.“
s.
60
Derli toplu olmak; ( sıfat Düzenli, dağınık olmayan, düzen verilmiş) TDK
“Son yüzyıldaki
inanılmaz hız artışı,zamanı,dünyanın spontane halinin yansıtıldığı düz bir
şimdinin ekranına dönüştürdü. Zaman sürme (duration) niteliğini ve ilksel
geçmişteki yankısını yitirdikçe, insan tarihsel bir varlık olarak kendilik
duygusunu yitirir ve “zamanın dehşetinin” ( karsten harries ) tehdidi altına
girer. Mimarlık bizi şimdinin kuşatmasından kurtarır ve zamanın yavaş ve
sağaltıcı akışını deneyimlememizi sağlar. Binalar ve şehirler zamanın araçları ve
müzeleridir. Tarihin geçişini görmemizi ve bireysel yaşamı aşan yaşam
döngülerine katılmamızı sağlarlar.” s.65
En iyi cevap basit olandır;
“Ancak mimarlık
yalnızca işlevsellik,bedensel rahatlık ve duygusal zevk aracı olursa,varoluşsal
aracılık görevini yitirir. Program ,işlev ve rahatlıkla ilişkili olan belli bir
mesafe, direnç ve gerilim duygusu korunmalıdır. Bir mimarlık yapıtı yararcı ve
akılcı saikleri içinde şeffaf olmalıdır; imgelemimizi ve heyecanımızı ateşlemek
için, nüfuz edilemez sırrını ve gizemini korumalıdır.” s. 77
“Bir bina kendinde
bir amaç değildir; çerçeveler,eklemler,yapılandırır,
anlamlandırır,ilişkilendirir,ayırır ve birleştirir,kolaylaştırır ve yasaklar.
Dolayısıyla temel mimarlık deneyimleri birer ad değil,daha ziyade birer fiil
formuna sahiptir. Öyleyse sahici mimarlık deneyimleri, örneğin bir cephenin
biçim bakımından alımlanmasından ziyade,bir binaya yaklaşmak ya da binayla
karşı kaşıya gelmekten meydana gelir; yalnızca kapının görsel tasarımından
değil,girme ediminden;maddi bir nesne olarak pencerenin kendisinden değil, bir
pencerede içeri ya da dışarı bakmaktan(zumthor da neredeyse aynısını
diyor,kadının pencereden bakma örneği atmosfer);bir görsel tasarım nesnesi
olarak şömineden değil,sıcak mekanını işgal etmekten meydana gelir. Mimari
mekan fiziksel mekandan ziyade yaşanan mekandır ve yaşanan mekan geometriyi ve
ölçülebilirliği daima aşar.” s.78-79
“Alvar Aalto
mimarlığı: Binaları tek bir egemen kavram ya da gestalta dayanmaz,daha ziyade
duyusal birer yığındır. Bazen birer çizim olarak sarkar ve kararsız
görünebilirler,ama idealize edilmiş görsel kurgular olarak değil,yaşanan
dünyanın “etinde” (flesh) fiziksel ve mekansal olarak fiilen karşıladıkları
zaman değerlendirilmek üzere tasarlanmışlardır.” s. 88
“Mimarlığın ebedi
görevi, dünyadaki varlığımızı somutlaştıran ve yapılandıran,ete bürünmüş ve
yaşanmış varoluşsal metaforlar yaratmaktır. Mimarlık ideal yaşamın fikir ve
imgelerini yansıtır,maddileştirir ve ebedileştirir. Binalar ve şehirler
gerçekliğin şekilsiz akışını düzene kavuşturmamızı ,anlamamızı,anımsamamızı ve
nihayetinde kendimizi tanımamızı ve anımsamamızı mümkün kılar. Mimarlık
kalıcılığın ve değişimin diyalektiğini algılamamızı ve anlamamızı,kendimizi
dünyada konumlandırmamızı ve kültürün ve zamanın sürekliliği içinde kendimizi
yerleştirmemizi sağlar.
Eylemi ve
gücü,toplumsal ve kültürel düzeni,etkileşimi ve ayrılığı,özdeşliği ve belleği
yeniden sunma ve yapılandırma biçimiyle,mimarlık,temel varoluşsal sorunlarla
uğraşır. Her deneyim anıları toplama,birleştirme ve karşılaştırma edimlerini
imler. Ete bürünmüş bir belleğin bir mekan ya da yeri anımsamakta asli bir rolü
vardır. Ziyaret ettiğimiz tüm şehirleri ve kasabaları,tanıdığımız tüm yerleri
bedenimizin ete bürünmüş belleğine (incarnate memory) aktarırız. Evimiz
özkimliğimizle birleşir;kendi beden ve varlığımızın parçasına dönüşür.
Anımsanası mimarlık
deneyimlerinde mekan, madde ve zaman tek bir boyutta , varlığın bilincimize
nufüz eden temel tözünde kaynaşır. Kendimizi bu mekanla , bu yerle , bu anla
özdeşleştiririz ve bu boyutlar bizzat varoluşumuzun bileşenlerine dönüşür.
Mimarlık kendimiz ile dünya arasında uzlaşma sanatıdır ve bu aracılık duyular
yoluyla gerçekleşir.
dürüstlük (integrity)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder