sigara içmek, ve camdan dışarı bakarak içmek genelde yaptığım bir şey değildir.
sokağın başından bir çift sohbet ederek geçiyorlardı.
kızın elleri çeplerinde, çocuğun elinde şemsiye..
kız yüksek sesle saçma sapan kullandığı iett hatlarını bu mahallede kiraların çok yüksek oluşunu falan anlatıyordu.
çocuk aralarında 15 cm mesafe bırakarak sakince ve ilgiyle dinleyerek yürüyüşe eşlik ediyordu.
hızlı adımlarla değil bir ritm içerisinde olabildiğince zamanı yavaşlatma telaşı ile..
nedense başını kaldırdı ve anlık göz göze geldik,
dedik "bahardan hep bahardan"..
onayladık ve yollarına devam ettiler.
sokak bitti, zaman bitti,
çocuk sokağı tersine yürümeye başladı, usulca ilerlerken elini cebine attı sigarasını çıkardı
ve yaktı.
ne düşündüğüne merak ettim;
- olur mu ki bu iş, hoşlanmış mıydı ki ondan, ne hissetmişti ki?
neyse zaman herşeyi çözerdi ve yürüdü gitti.
flört güzeldi.. herhalde güzeldi.. haz verirdi, her haz bir amaç sunardı :)
aşkla kalın!
nazmiye…
YanıtlaSilne tuhaf kızdı, süssüz, aksesuarsız
daktiloydu devlet dairesinde
mahkemede en mühim yazıları
temyiz kararlarını ‘beyaz eden’ kızdı..
nazmiye, dikkatli bakıldığında
ve pâzenden elbisesine takılıp kalınmadığında
dalında bir yabangülü kadar güzel
oldukça da sessizdi..
ilişilmemiş hayâlleri vardı
amirlerinden izin almadan
pencere pervazlarında yetiştirdiği hercâi menekşelerine
ve bir magazin dergisinden kesip sakladığı
görmediği, gizil sevdalar yeşerttiği
uyruğunu, yaşayıp yaşamadığını bile bilmediğinin
elinde tek varlığı resmine bakarken özlemle
radyoda serap mutlu akbulut şarkı
yurttan sesler korosu türkü okurdu..
hayâller kurardı o ara nazmiye
ne de mutlu olurdu..
bulvar…
acele, kalabalık ve huzursuzken
bîşuur delikanlıların ava çıkıp olta salladıkları havuzken
akşamları ışıklar, iri punto neon tabelalar yanarken
albenili reklamik kelimeler kayar gibi akarken
ışıl ışıl caddelerin iki yanından
iyi giydirilmiş, bakımlı vitrinler
müşteri bekleyen, kiralık kızlar gibiyken
iş çıkışı nazmiye, vitrinlerin davetine iltifat
ve icabet etmeden çağrısına cüretkâr sinema afişlerinin
göz alıp, aklına takılmasın diye hani
cazibesine ilişmeden tek bir şeyin
kapatarak, henüz şehre ehilleşmemiş, çağla yeşili gözlerini
uzun bulvarı biacele aşıp
bol ışıklı lüks semtin yüksek apartman balkonlarından
saksılar düşecek diye de başını da eğmeden
hiç endişe etmeden, öylece geçerek altından
eski zaman ahşap evlerin bulunduğu sokağına
hüzünlü bir mutlulukla girerdi..
nazmiye…ne sessizdi, yüreği ne ürkek
daktiloydu devlet dairesinde
en mühim yazıları temize çeken
tuhaf kızdı, süssüz aksesuarsız
hayatı odası gibi ıssız
göz alabildiğine uçsuz bozkırda
tek ağaç gibi yalnızdı..
yeni gördüm,elinize sağlık :)
YanıtlaSileyvallah!. :)
Silbozkırda tek ağaç gibi, öylesine ortada, öylesine âşikâr ve öylesine de yalnız bu bloglara kayıt düşürmek;
ihmâl edilmiş, yağmalanmış, terkedilmiş, unutulmuşluğa;
loş ıssızlığa ıslık çalmak..
niye mi not düşüyorum; ısrarla?!.
bir kahvenin kırk yıl hatrı varmış!. öyle der insanlar!. ya kelimelerin?!.
evvel ahirde hasb-el kader bir 'kelime' düşmüş araya!. bir hatrı, hâtırası olmalı bunun; ve en az, o bir fincan kahvenin hatrı kadar!.
gelip, şu ısrarla kelime düşürüşler...
'kelime'nin kahveden daha kıymetsiz olmadığını ispat için olduğu kadar,
'bir kelimeye bin harf' sözüme sadakatimin,
hatra, hâtıraya saygının,
ve vefânın henüz ölmediğinin,
vefâsızlığın ihânet kadar ağır olduğunu kesin kabulümün,
vefâdan yana sınananlardan olmamak için ısrarla direnişin de ispatı,
böylesi eşsiz değerlerin pervâsızca berhâvâ edildiği, hayatın anaforlarında başıboş dönen basit değersiz anlamsız, sıradan bir saman çöpüne dönüştürüldüğü böylesi vefâsız bir zamanda suları tersine akıtmaya çabalamak gibi olsa da, aslâ vazgeçmeyeceğimi kendime ısrarla ihtar içindi!.
yazılar ve altına düşülen satırlarda bir anlam aramak, anlam bulmaksa konu, bundan öte daha ne söylenebilir ki?!.
minnet ve şükrânımla;
sizin de rikkatinize, yüreğinize sağlık!.
hoşlukla kalın; ve 'kalem' ve 'kelimeler'le!.