8 Nisan 2017 Cumartesi

"Ben Güçle birim, güç benimle birlikte"

gece uyku tutmadı rogue one: a starwars story izledim,
fantastik bir şeyler olsun kafamda dönüp dolaşan düşünceler sussun istedim.
anladım ki insan dediğin insan olmanın yükünden ne fantazya-da ne drama-da kurtulabiliyor.
kafayı bozmuşuz yani var olmaklıkla,insan olmakla..
zaten antik dünyadan bugüne hep güç,insan,varlık bıdı bıdı konuşup gelmez mi?
her insan kendi antikidesini ve modern çağını yaşamıyor mu yaşamı boyunca,
yani tüm bu historya yalan mı oluyor?
çok net anlatamadım sanırım ama geçmiş yaşanmışların üzerine koya koya evrimleşiyoruz ya (düşünce dünyası) ,bana sanki hiç adem evrimleşmiyor da insan denen varlık ortalama bir asırlık hep aynı döngüde sıkışık kalmış,kısır bir gelişim içerisinde.
şu an çok sıkıldım daha fazlasını yazasım gelmiyor,anlayın işte genetik bir aktarımda gelse düşünce sistemi her canlı aynı düşünme süreçlerinden geçmedem mükemmel bir evrim sürecini tamamlayabirdik fakat dnalar nedense fikri gelişmeyi taşıyamıyor,anne-baba eğitmen ve diğer rol model insanlar sayesinde bir aktarım sağlanıyor ve aktarılan bilgi ve derinlik ortada..
hep bir sığlık hep bir ilkellik..
yani sizin aklınız alıyor mu neden savaş diye bir kavram var bu zamanda,tam da şu anda..
nasıl olabilir ya,bu kadar kadim bilgi öğüt,yaşanmışlık deneyim,adem misin nesin hiç mi akıllanmazsın,hiç mi öğrenmezsin!
ve kısacası gece uyuyama sebebim bir mola vermem gerektiğini hissetmek ve bunun üzerine kurgular yapmaktı,
bu aptal saptal zihnim 3 günlük molanın her anını her karesini,tekrar tekrar kurguladığından,şalteri indiremedi ve uyutamadı bedenimi. düşünsenize rizenin mayıs ayında nasıl bir yeşile bürüneceği,köyün her patikasının eğreti otlarından yere düşmüş kahverengi nemli yapraklarına kadar,her detayı, emine teyzeyi,ayşe halayı..ne giydiklerini,herbirinin ayrı ayrı ses tonlarını,selamlaşma monologlarını herşeyi,aracın bizim yokuştan çıkarken birinci vitese alınması gerektiğini vb. saçma sapan detaylar gözlerimi şiş ,ruhumu kıyma etti. ve bu kıyma sabahına köfte yapıldı,çızbız kızartıldı.

insana umut lazımteması var filmin diyeceğim o, ve bir umut veriyor insanlığa..

şimdi bana bir umut lazım ve kendime bir umut edinmeye gidiyorum,esen kalın genjler:)


4 yorum:

  1. çok da net anladım; anlatmışsın çünkü, içinde de, bi tekine bile bi dünya kelime yakacak olsak yine de izahta yetersiz kalacağımız bi dünya da “kavram”dan söz ederek..
    doğru, “insan denen varlık ortalama bir asırlık hep aynı döngüde sıkışık kalmış, kısır bir gelişim içerisinde” son yüzyıl, çılgınca, hızla sona sardığımız yüzyıl.. ondan öncesi sanki yok gibi.. evrimleşen bişey yok, sürekli tekrar var; hz. Âdemden, Habil ve Kabil’den bu yana.. evrimleşme olsaydı “kadim bilgi” olmazdı..
    "saçma sapan detaylar" dediğin yerde tam tersini düşünüyorum; saçma sapan değil, aksine birini “insan-kul” yapan şey bu.. Yaradan bazı yürekleri biraz fazla endişe, merhamet sahibi dolayısıyla edilgen, hassas, ince düşünceli, yani iyi niyetli eylemiş ve olana bitmeyene iyi niyetle müdahale çabasıyla bezemiş.. bunu en iyi yorumlayabilenler “doğu” tarzı düşünme yeteneğine sahip olanlar.. batı bunları çözümleyemez, çünkü çoğu kavram orada yoktur, yahut “doğu”dan almış, onu da aslından uzaklara götürerek hem kendini, hem yığınlarını, hem medeniyetini yanıltmıştır..
    günahkâr doğduğuna inanıp, daha başta kaybeden, aydınlanma, merhamet, müsamaha, umut gibi “doğu”lu kavramları bilmeyen batı tipi kafanın düşünceyle varacağı yer en fazla c.bukovski’nin “insan kendini çok derin tahlil etmemeli, yoksa hiçbir şey yapmaz, yaşam durur.. bir kaya parçasının üstünde hiç kımıldamadan oturan bilgelere döneriz.. bu da ne kadar bilgecedir bilemiyorum. aşikar olanı silerler, ama bir şey sildirir onlara..
    tek bir sineğin kendisiyle düzüşmesi gibidirler bir anlamda; kaçış yok, etki yok, etkisizlik yok, kendimizi zarar hanesine yazmaktan başka çare yok; oynayabileceğimiz bir hamlemiz kalmamış, mat olmuşuz..” diyerek gelebildiği yer..
    modern ama hissiz ruhsuz çağın herkese, her keseye hitap edebilecek hassasiyetle hazırlanmış ve hemen herkese sunabileceği bir menüsü var; ve ama bazıları ondan zerre almaz, çünkü midesi de kalbi de kaldırmaz sahteliklerini.. bişeyin iç yüzünü bilen yaldızlı çekici görüntüsüne iltifat etmez.. dünyayı önüne serseler tek bi şeyi için elini uzatmaz.. bazı fıtratlar, ruhlar kalpler böyledir; geçici olana hevesi yoktur, kalıcı olanı, sonsuz olanı ister..
    ../.

    YanıtlaSil
  2. düşünce deprem gibidir, uyutmaz.. beden uyusa beyin uyumaz; 7/24/365 ince düşünceyle hemhâl, faal bir beyin uykuda bile uyumaz.. uyumayınca da insanın gerçek saçı da, hayatı da arapsaçına döner.. yeis, keder, korku, ümitsizlik insanın içindeki yaşama sevincini vurur ilk, heyecanını öldürür.. heyecan hayatî adrenalin; ve insanın en küçük bir heyecana bile ihtiyacı var, hele ki böyle bir zamanda..
    birilerine boş ve saçma da gelse bazen hayâl masal fantazya, uç uçuk şeylere yönelmek iyidir.. saçma belki, evet; ama zaten bi dünya düşünceden perişan olmuş kafayı yemekten iyidir..
    yani “var olmaklıkla, insan olmakla kafayı bozmak” insanı insan olmaktan çıkarmaz, aksine daha da bir insanîleştirir.. insanlıktan çıkanlar kafa konforunun bozulmasını aslâ istemeyen, asıl bunlara kafa yormayanlar.. ne pahasına olursa olsun sürekli kazanmak üzerine kurulu hayatında egosu tavanda, bencilliğini meslek edinmiş, geçimini çıkarı üzerinden sağlayan, kendinden başkasını hayatta düşünmeyen, kendine tapınan, sırf rahatı kaçmasın, kafa konforu bozulmasın diye dünyayı bile yakacak kadar modern-vahşi acımasızlardır..
    kafayı bozmak en ileri derecesinde insanı ‘deli’ yapar.. kaldı ki ‘delilik’ iyi de bir makamdır tanrı nazarında.. hâl bilmez yığınların kahkahalar attığı deliler tanrıyı rızâ ile gülümsetir, çünkü sözünü ettiğin insan olmanın yükünü onlardan biraz daha ağır hissedenler ‘velî’lerdir.. ‘deli’lere ‘velî’ler arasındaki mesafe de soğan zarı kadardır.. delilikten bir adım sonrasında, son merhalede, ‘kemâl’ noktasında velîlik makamı durur..
    üç beş deli yürek hariç çileyi üstlenmeye kimse takat yetiremediğinden, kahır ekseriyetin o mukavva, fos karton kalıbına ağır geleceği korkusuyla hep kaçındığından, sahnede bir figüran kadar bile değil, yavan ve sürekli tekrardan müteşekkil sıradan hayatların bir hikâyesi olmaz.. bir hikâyesi olanlar acı tecrübelerden geçerek gelmişlerdir.. yalnızca bir ‘kalıp’tan mürekkep gövdesinde bir kalpten ziyade bedene kan pompalayan ‘kalp’ bir cihaz taşıyanların anlaması zor.. yüzlerinden sağlık sıhhat fışkırır, doğru, ama kalpleri ölü.. “şeytan ayrıntıda gizlidir” derler.. hadd-i zatında bizim dilimiz ve kültürümüze ait olmayan bir söz ve yanlış da girmiş üstelik.. ayrıntıda gizli olan şey hakikat ve onu, düşünceden kan ter içinde kalmadan, çok şeyden fedâkârlık ederek çaba sarfedip deşelemedikçe ortaya çıkmaz.. bedeli vardır anlamanın.. bu yüzden der mevlâna, “anlayanın benzi sarıdır” diye..
    ../.

    YanıtlaSil
  3. gerçeğin kahredici pençesine kıskıvrak yakalanmak zordur, acı vericidir.. ama anlamak için de gereklidir.. “gerçek”le “ayrıntı” dediğimizin arasında nasıl esrarlı bir dehlizin olduğunu bilenlerin işi aramak.. kalbi, beyni düşünceyi asıl yoracak şey o “ayrıntı” dediğimiz şeyler..
    düşüncenin zahmetine katlanamayacak sıradan kişiliklerin harcı ise, kalbi kanırtan acıtan kanatan şeyi postmodern bir lakaytlıkla görmezlikten gelmek.. onlara bedel ödemeden bir kazanımın olmadığı hatırlatıldığında fena rahatsız olurlar, üzerinde üç beş saniye olsun düşünmek bile istemezler..
    gerçeğin kendisi ve onun farkında oluş, kalbi fazlasıyla yoran bir şey.. her şeyin kolay ve ucuz rahat olanını tercih eden, sıradan biri bunu hiç dilemez..
    “insan” olmaya, olduğunda kalmaya çabalayanlarla, hayatı vur patlasın çal oynasın gören, yaşayan tel maşa kişilikler arasında fark olmalı; arada fark olmalı..
    yalanın gerçek, gerçeğin yalan diye sunulduğu ve ağır bir bombardımanla insanın buna inandırıldığı böylesi bir zamanda yaşanan şunca şeyin hangisi hayâl, hangisi gerçek, bir zaman sonra artık ayırt edemiyor insan ve gerçeğin kendisi bile bir zaman sonra yalana dönüşüyor.. oysa sesini duyar ve dinlerse, insanın kalbi hep gerçektir ve hep gerçekten, onu aramaktan yanadır, başka türlü huzura ermez..
    insan kendi gerçeğine ancak onu sahteliklerden yalandan arındırıp öyle bakıp görerek, onu vasıta kılarak anlar ve ulaşır.. gerçeği anlamak sindirmek katlanılması cidden yürek isteyen şey, ama hayatı biraz olsun yaşanır çekilir kılabilmek için de elzem olan şey.. tahammül ‘anlam’dan süzebildiklerimiz mesabesince..
    sonuçta; hayâli bir dünya, hayâli bir serüven, hayâli kahramanlar, hayâli hakikat(!)ler, hayâli düşmanlar ve o hayâl dünyasında hayâli bir mücadele hep bunlar için var; düşünceyle dolup taşma, patlama noktasına gelen insana kafayı yedirmemek için..

    yani ki; lütfen, ama lütfen “rizenin mayıs ayında nasıl bir yeşile bürüneceği”ni, “köyün her patikasının eğreti otlarından yere düşmüş kahverengi nemli yapraklarına kadar, her detay”ı, “emine teyze”yi, “ayşe hala”yı, “ne giydikleri”ni, “her birinin ayrı ayrı ses tonları”nı, “selamlaşma monologları”nı, “her şeyi”, “araç” sizin “yokuştan çıkarken birinci vitese alınması gerektiği”ni gibi, insanı kendine hasa kılma sebebi, onu o yapan özel şeyleri, özellikleri, aslâ saçma sapan olmayan şeyleri aksine onu anlamlı kılan “detaylar”ın üzerinde daha çok durun, kafa yorun, çünkü insan endişe sahibi olduğu kadar insandır..
    “insan yek katre-i hunest ve hezar endişe” şeyh sadî şirâzî..
    farkındayım, uzun bir yorum oldu.. sistem bile kabul etmedi bakın?!!. :)
    bu kadar kelime, sözünü ettiğin kaç kavramdan sadece birinin içini doldurabilme çabasından mütevellit, bu kadar kelime bunun için.. ayrıca; yazmak rahatlatan bişey, tıpkı için bulandığında istifra ederek rahatlamak gibi.. bu kadar uzun yazmış olmak belki de sırf bunun için, bilmiyorum?!!. :)
    hoş kalın; insanı ‘insan’ ve asil kılan “düşünce”yle, hoş kalın, kalem ile, “kelime” ile!.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. anlamak isteyene anlatmak kolay tabii,teşekkür ederim. birşeylerin bi yerlerde anlam bulması mutlu ve umutlu kılar beni,hoşçakalın sizde :)

      Sil

Peter Zumthor Mimarlığı Hakkında

Zumthor, “Atmosferler” kitabında nitelikli mimarlığın kendi için ne anlama geldiğini; nitelikli mimarlık ürünü onu deneyimleyen kişi ...